0
mevlana sözleri full
•.Ey gönül, işlediğin suçlara, kusurlara karşılık, Hakk'tan özür dilemek için neler düşünüyorsun? O'ndan sayılamayacak kadar lutuflar, iyilikler, ihsanlar, vefalar gelmede, senden de bunca hatalar, kusurlar, cefalar görünmede...
• O'nun tarafından, bunca keremler, senden ise, manasız aykın işler; O'ndan pek çok nimetler, senden ise sayılamayacak kadar çok hatalar suçlar, günahlar...
• Senden bunca haset, bunca kötü düşünce, bunca dedikodu. O'ndan ise bunca ihsan, bunca lütuf, bunca iyilikler.
• Yaptığın kötülüklerden, işlediğin günahlardan pişman olup da, candan Allah dediğin zaman, seni belalardan kurtarmak için senin imdadına yetişen, sana o duyguyu veren, kendini hissettiren O'dur.
• İşlediğin günah yüzünden korkuyorsun, kurtulmaya çareler arıyorsun. Bir daha işlememeye karar veriyorsun, işte o anda bu duygularla için karıştığı, kendinden utandığın, kendini ayıpladığın, vicdanın sızladığı zamandüşünmüyor
musun? Bu duyguları sana veren, bu pişmanlığa seni düşüren, senin içindedir. Sana çok yakındır. O'nu sen ne diye kendinde, kendi içinde göremiyor, hissedemiyorsun?

• 0, seni bazen yaratılışına, kötü tabiatına bırakır, seni gümüş, altın, kadın sevdasına düşürür. Bazen de canına Hz. Mustafa'yı hayal etmenin nürunu verir de içini aydınlatır.
• Seni bazen bu tarafa çeker, iyi adamlara katar, bazen de o tarafa çeker, seni kötülere ulaştırır. Kurtuluş gemisini korkunç dalgalarla hırpalar, onu kırar, parçalar.
• Ey zavallı insan, bu düşüşlerden, bu hallerden sakın ye'se kapılma; gizli gizli o kadar çok dua et, geceleri, o kadar çok ağla, inle ki; sonunda yedi kat gökten kulağına kurtuluş sesleri gelsin.

2. Keşke uyuyabilseydim de, rüyada yüzünü gösterseydin.
Müstef'ilün, Müstef'ilün, Müstefilün, Müstef'ilün 
(c. I, 3)
• Sevgilim, belki vefa ve merhametin coşar da, kapıyı açarsın; "Orada, ne bekliyorsun kalk, içeri gir!" diye seslenirsin ümidiyle ben senin kapında oturmuş bekliyorum.
• Ey pek güzel olan yüzünde her zaman yüzlerce lütuf, yüzlerce merhamet nuru parlayan sevgili! Canım, kapında senden gelen misk kokularına, anber kokularına gark olmuştur.
• Biz mest olmuşuz; başımız dönmede, başkalarının yaptıkları işlerle bizim ilgimiz yok. Dünya alt üst olsa, yakılsa, yıkılsa umurumuzda değil. Yeter ki senin aşkını kaybetmeyelim. Yeter ki senin aşkın ebedî olsun!
• İçimizde senin aşkın el çırpmada, yüzlerce başka alemler yaratmada, göklerden de dışarda, ötelerde yepyeni yüzlerce asırlar meydana gelmede.
• Bugün biz senin misafiriniz. Güler yüzünüzün mesti olduğumuz için seni bırakıp başka yere gidemiyoruz. Sen öyle eşsiz bir güzelsin ki, Allah'a yemin ederim ki yüzünün güzelliğini düşününce, hayal edince, şu gönlüm beni bırakıp gidiyor.
• Kurtulmam için, gönlü uyanık bir can bulursam, onun eteğine yapışacağım, himmet isteyeceğim. Keşke uyuyabilseydim de rüyada yüzünü gösterseydin.
• Bütün canlar, can denizinden geldikleri, can denizini tanıdıkları, bildikleri için oraya doğru sel gibi akıp gidiyorlar da, başka tanıdıklardan, başka sevgililerden yüz çevirmişlerdir.
• Can denizine doğru koşan seller de çeşit çeşit. Bir sel var yüksek dağlardan kaynağını alarak, hayran hayran başını taşlara çarparak, köpürerek, ağlayarak, heyecanla feryat ederek, aslı olan can denizine doğru koşuyor, koşuyor. Bir sel de var ki yolunu kaybetmiş, birincisi; "Allah'a hamd olsun!" demede, ikin-cisi; "La havle" okumada.
• Ey güneş gibi doğup, müflislere, yoksul kişilere sevgi şarabı sunan lütfeden. Bir ihsanda bulun, o şaraptan bize de sun! Biz de yoksuluz, biz de şaşırdık, yolumuzu kaybettik.
• Nasıl olmuşsa gül, ansızın seni görmüş, çaşırıp kalmış da elbisesini yitirmiş.Çeng senin çenginin sesini duymuş, feryada başlamış, utanıp başını önüne eğmiş.
Nıyazi-i Mısrî hazretlerinin şu şiiri bu hakîkati belirtiyor:
"Huda davet eder elhamdülillah
Bu can dosta gider elhamdülillah
Hakîkat şehrine çün rıhlet oldu
Gönül durmaz iver elhamdülillah."

" La havle vela kuvvete illa billah"; Allah'tan başka kimsede güç, kuvvet yoktur, anlamın;ı gelen bır hadîsten alınan "La havle". Mü'minler, şaşırdıkları, darda kaldıklan zaman "La havle" derler.
• Zühre yıldızının burcunda en tali'li olan kimdir? Ney'dir. Çünkü ney, dudağını senin dudağına koymuş, senden name öğreniyor. 
• Çeng, sensiz kalınca fenalaşıyor, hasta, kötü bir varlık oluyor. Ney de sen olmayınca hüzünlerle doluyor, inlemeye, ağlamaya başlıyor. Çengi kucağına al, onu iyileştir! Ney'i de öp, okşa. Def de sana yalvarıyor. "Ne olur?" diyor, "Beni eline al! Yüzüme vur, vur, vur da senin vuruşlarınla yüzüm değerlensin, ahenk yolunda meclise parlaklık gelsin."
• Bu parça parça olah canı al, onun her parçasına aşk şarabı içir, onu güzelce sarhoş et de dün gece elden kaçan fırsat şimdi yeniden gelsin!
• Ey yüce padişah; doğrusu bizim için bundan sonra ayık olmak ayıptır, yazıktır! Allah'ın sana yemin ederim ki, artık bundan sonra ben ayık olarak senin büyüklüğünü, gücünü, kuvvetini anlatamam, senden bahsedemem, ancak senin aşk şarabınla mest ohınca dilim çözülür.

3. Gülün geçirdiği safhalar, başından geçen maceralar.
Miistef'ilün, Müstef'ilün, Miistef'ilün, Müstef'iliin 
(c.I, 13)
• Ey bir yerde duramayan, dinlenme nedir bilmeyen rüzgarımız! Güle bizden haber götür de de; "Gül bahçesinden kaçıp şekerle dost olan gül, nasıl oldu da yurdundan, anandan, babandan, kardeşlerinden arkadaşlarından ve sana gönül veren, senin için feryat edip duran bülbülden ayrıldın geldin, şekere karıştın, 'gülbeşeker' tatlısı oldun?"
• Ey gül'. Neden şekere karıştın? Aslında sen, kendin şekersin, şeker gibi tatlısın, hoşsun. Şeker olduğun için, herkesten çok sen, şekere layıksın ama, neden gül bahçesine karşı vefasızlıkta bulundun? Şeker de, gül de hoş, fakat vefalı olmak her ikisinden de hoş, her ikisinden de tatlı.
• Ey gül, madem ki bahçeden ayrıldın gittin, sana bir iki sözüm var: 0 güzel yanağını şekerin yanağına koy da şekerden tat al, şeker gibi ol, şekere de bahçeden alıp götürdüğün hoş kokunu ver! 0 da gül gibi olsun. Ayrılığı göze aldın ama, bu ayrılıkta kazancın da var: Sen şekerin içine girdiğin için gül olarak oradan oraya götürülmekten, yolculuğun cefasından, solup pörsümekten, yerlere atılmaktan, çiğnenmekten kurtuldun.
• Şimdi 'gülbeşeker' tatlısı oldun ya, seni yiyenlere gönül gıdasısın, göz nurusun. Bu yüzden artık gülden gönlünü çek; o nerede, bu nerede?
• Sen bahçede dikenle beraber oturuyorsun. Akıl gibi cana yakın idin, insana karıştın. Şekerle beraber iken şimdi insanla beraber oldun. Nur oldun. Haydi şimdi de şu günahlarla kirlenmiş yeryüzünden gökyüzüne yüksel menzil menzil, konak konak ta onunla manen buluşma yerine kadar yürü!... *
• Ey gül! Sen şimdi dünyaya yukarıdan bakıyorsun da, dünyadaki acaip halleri gördüğün için dünyaya gülüyorsun. 0 yüzden elbiselerini yırtıyorsun. Ey kızıl kaftanlı, güçlü, kuvvetli yiğit er, ben senin hayranınım!
• Güller "Kim manen Hakk'a uluşmak için merdiven isterse, belanın, ızdırabın bir merdiven olduğunu bilsin de, başına gelenlerden şikayet etmesin! Belalardan korkmasın, canını belalara atsın!" diye naralar atarak, uçuşup saçılarak gökyüzünden gül bahçelerine yağmada...
• Kendine gel de, şu kaptan, gülsuyu çıkaran ustanın testisinden bir yolunu bulup ter gibi sız, o hapsedilmiş kaptan, bir rüh gibi kaç, kurtul.
• Ne de tali'liymişsiniz, ne de bahtınız yarmış! Benziniz gül gibi kıpkırmızı. Biz de sizin gibiydik, rüh olduk, kurtulduk. Haydi siz de rüh olun, bu kirli yeryüzünden kurtulun.
• Gülbeşekerden maksadımız, Hakk'ın lütfuyla bizim varlığımızdır. Varlığımız sanki demir kırıntısı, Hakk'ın lütfu ise mıknatıs!..
• Akıl da aynadır. Demirden ayna yapan aynacı, onu parlatmak, ayna haline getirmek için ona çok eziyet etmededir de, bu yüzden olacak, ayna bizi istemiyor, bize gelmiyor, hep biz onu elimize alıyor, ona bakıyoruz. 0 bize şunları söylüyor ama, kulaklanmız gaflet pamüğu ile tıkalı olduğu için duyamıyoruz: "Ey insanlar, ben sizi sizsiz isterim."

4. Ben çok eskiden sana gönül vermiştim, şimdi gel de sana canımı vereyim.
Müstef'ilün, Müstefilün, Müstefilün, Müstefilün
(c. I, 16)
• Ey Yusuf, gözleri görmeyen Yakup'a gel. Ey gözlerde gizlenmiş olan îsa, sen de şu gök kubbenin üstünden hir görün...
• Ayrılıktan ötürü gündüz karardı, gece gibi oldu. Gönlüm yay gibi idi, inceldi ok gibi oldu. Dertli Yakup ihtiyarladı, ey genç Yüsuf artık gel!
• Ey îmran oğlu Müsa! Senin Hakk'a yalvarman için, ne Tur-ı Sîna'lar var! îsrail oğulları buzağıya tapıyorlar. Artık Tur-ı Sîna'dan dön!... Bizi kurtarmaya gel!
• Benzim safran gibi sarardı. Boynum büküldü, çene düştü. Beden mezarında sıkıştım kaldım. Ey rühu darlıktan kurtaran, rahata kavuşturan! Gel, beni benden, beni bedenden kurtar!
• Hz. Muhammed'i gözleyen gözüm, gamınla sana müştakım diyor. "Biz seni ancak alemlere rahmet olarak gönderdik." ayetinin sırrı, gel de o dağınık saçlar arasından yüzünü göster!" Enbiy Suresi 21/107. ayete işaret var."
• Sen, öyle büyüksün, öyle büyük bir nür kaynağısın ki, şu güneş senin nuruna karşı sanki akşam kızıllığı, ey bütün dünya padişahlarını geride bırakan,, azîz varlık, ey Hakk ile gören göz, ey her şeyi bilen gönül! Gel!
• Dünyada mevcut bütün canlar, sana karşı canlıktan çıkıyorlar, beden oluyorlar. Halbuki sen, cansın, canlar canısın, cansız beden ne işe yarar? Ben çok eskiden, sana gönül vermiştim. Gel, ey sevgili gel de şimdi sana canımı da vereyim!
• Ey-sevgili, ilacım de sensin, çarem de sensin. Yüz parça olmuş gönlünnün nuru da sensin, çaresiz gönlümde, senden başka ne varsa hepsi yok oldu, beni kimsesiz bırakma! Gel!


5. Ömür kervanının kalkmak üzere olduğunu haber veren çanlarının seslerini duymuyor musun?
Müstefilün, Müstef'ilün, Müstef'ilün, Müstefilün
(c. 1, 17)
• Gökyüzünden cana; "Haydi geri dön!" diye bir ses geldi. Can da; "Ey beni çağıran yüce varlık, merhaba, geliyorum." diye cevap verdi.
• Ses duydum; "Başüstüne, her an yüzlerce can sana feda olsun. Bir kere daha çağır da; (...... ) makamına kadar uçayım.
(...... )Bu beyitte Insan Süresi, 76/1. ayete işaret var. Bu ayeti tefsir edenler, insanın maddî varlığının çeşitli merhalelerden geçerek nihayet bir damla meni halinde ana rahmine düştüğünü ve ınsanın henüz kendisinin atılacak bir şeyi olmadığına ve kemalin yoklukta olduğuna etmekte.

• Ey bizim eşsiz misafirimiz, bizim canımızın sabrını da, kararını' da aldın. Seni nerede arayayım? Nerde bulayım? Seslenen "0, candan da, rnekandan da dışarıdadır, 0, çok üstün bir yerdedir." dedi.
• Şu zindanda bulunanların, ayaklarına bağlanmış olan ağır zincirleri çözeyim, gökyüzüne de bir merdiven koyayım, koyayım da can, yücelere çıksın.
• Sen cana, canlar katan bir güzelsin. Sonra yabancı da değilsin, bizim şehrimizdensin. Öyle olduğu halde neden kendini garip sayıyorsun, yabancıymış gibi davranıyorsun? Bu hal, dostluğa yakışır mı?
• Avareliği, bir bir şerbet gibi içmişsin de kendi evinin yolunu bile unutmuşsun. Çok kötü huylu olan, Kabil'li büyücü kadın, sana çok büyüler yapmış, bu yüzden nereden geldiğini, nereli olduğunu hatırlıyamıyorsun.
• Birini takip derek gelen, konup göçen kervanlar, hep o tarafa koşup gidiyorlar. Senin başın nasıl oluyor da dönmüyor? Yüreğin kabarmıyor? Neden hiç bir korku ve heyecanın yok?
• Kervan başının kervanın kalkmak üzere olduğunu haber veren çanlarının 'seslerini duyuyor musun? 0 tarafta nice yol arkadaşlarımız, nice dostlarımız var. Hep bizi bekliyorlar.
"Bu beyit Şirazlı hafız ın şu beytini hatırlatıyor:
Sevgiliye giden yolun menzilinde ,konduğu yerlerde nasıl istirahat edeyim,nasıl zevki sefaya dalayım ki,Can;Yürekleri bağladınızmı diye feryat edip durmada."

• Bir çok insanlar, orada bizi bekliyorlar, hepsi de bizim sarhoşumuz, hepsi de bize dalıp kendilerinden geçmişler. "Ey zavallı! Padişahın bekliyor. Haydi padişahın yanına gel." diye kulağımıza bağırıyorlar.

6. Düğünümüz dünyaya kutlu olsun!
Müstef'ilün, Müstefilün, Müstef'ilün, Müstefiliin
(c.I, 31)
• Bizim düğünümüz dünyaya kutlu olsun. Allah, bu düğünü, bu evlenmeyi bize uygun olarak tertipledi. Eşler birbirine çok uygun düştü. Bu düğün sebebiyle,
• Mevlamızın lütfuyla kalpler ferahladı. însanlar çift oldu, evlendi. Kederler, gamlar gönüllerden çıkıp gitti.
• Ey şehrimizi süsleyen güzel! Allah'ın adıyla güzel bir gelin olarak gidiyorsun. Sen de bir güzele damat olmadasın.
• Köyümüzden ne de hoş gitmedesin. Bize ne de hoş salına salına gelmedesin; deremize ne de hoş çağlaya çağlaya akmadasın! Ey ırmağımız, ey bizi arayan dost!
• Cihan padişahının, bizim o canlara can katan padişahımızın devletinde oynayın, raks edin, ey arifler, ey süfîler, sema edin!
• Halkın bir kısmı denizler gibi coşmada, dalgalar gibi secdeye kapanmada. Bir kısmı da kıhçlar gibi savaşmada, bütün cüz'lerimizin kanmı içmede. Sus, sus ki bu gece o güzel yüzlü, uğurlu şahımızın mutfağı açılmıştır. Ne de şaşılacak şey ki, helvamız (helva gibi tatlı olan sevgili) helva pişiriyor.
Bu şiiri Hz.Mevlana oğlu Sultan Veled'in düğününde söylemiştir.

7. Bu hoş koku, Yüsuf'un gömleğinin kokusudur,
 yahut da Mustafa(s.a.v.)'in hırkasının kokusudur.
Müstef'ilün, Müstefilün, Müstef'ilün, Müıtef'ilün
 (c.1, 12)
• Ey bahçeleri güldüren, çimenleri gebe bırakan aşıkların ilkbaharı, bizim sevgilimizden haberin var mı?
• Ey aşıkların feryadına koşan hoş kokulu rüzgar. Ey candan da mekandan da temiz olan aziz varlık, sen neredeydin? Nerede kaldın, seni göreceğimiz geldi?
• Ey Rum diyannın da, Habeş diyarının da fitnesi olan rüzgar, şaşırdım kaldım, bu pek hoş, bu pek güzel koku, ya Yüsufun gömleğinin kokusudur, yahut da Mustafa (s.a.v.)'in hırkasının kokusudur.
• Ey doğruluk ırmağı, sen bizim sevgilimizin arkından akıyorsun, sen getirdığın hoş kokularia gönüllerin Tur-ı Sîna'sı oluyor, canlara can katıyorsun..
• Ey sözü, konuşması, bütün davranışları, halleri hoş olan sevgili! Ey "ay"ların, yıl'ların kendine kul oldukları güzel, senin "ay"ın da hoş, "yıl"ın da hoş.

8. Gül de senin lütfunla çorak yerler yeşersin, mezarlar bahçe haline gelsin!
Müstef'ilün, Müstef'ilün, Müstefilün, Müstefilün
(c.I, 29)
• Ey perdenin arkasından ışığı, nüru görünen sevgili, senin ışığın, sıcaklığın bize yaz mevsimi oldu, bizim de yaz mevsimi gibi gönlümüz sıcak, gel bizi al, gül bahçemize kadar, çek götür!
• Gel, gel de senin lütfunla çorak yerler yeşersin, mezarlar bahçe haline gelsin. Koruklar tatlılaşsın, üzüm olsun, ekmeğimiz pişsin. 
• Ey can giineşi, ey gönül güneşi, ey güzelliği ile güneşi bile utandıran güzel,gel, gel de bizim zavallı halimizi gör, şu balçık beden, canı nasıl tutmuş bırakmıyor?
• Yüzünün sevdası ile dikenlikler, nice defalar gül bahçesi haline geldi de güzel yaratma gücüne olan imanımızı artırdı.
• Ey ebedî aşk! Şu gönlümüzde kendini gösterip, canımızı balçık zindanından kurtararak, tek olan, eşi olmayan Allah'a yönelttin.
• Ey nurlar saçan sabahımız! Gamlı ve kederli olduğumuz zamanlarda gönlümüzdeki gam dumanlarını dağıt, bize şevk ver, neşe lutfet. Tali'imizin karanlık gecesinde; bir gündüz, görülmemiş, işitilmemiş, şaşılacak bir gündüz meydana getir.
• Nerede o gözler ki onu izlesin; nerede hakîkatleri duyacak kulak, burhanlar düşünecek akıl?
• "Cüz'ler külle gidiyor. Reyhan reyhana, gül güle kavuşuyor, her şey bizim dikenliğimizin hapishanesinden kurtuluyor." diye can diyarından davul sesleri gelmeğe başladı.

9. Ey söylenmemiş, gönülde kalmış gam, ey uyuşmuş akıl defolun gidin!
Müfte'ilün, Müfte'ilün, Müfte'ilün, Müfte'ilün
(c.1, 36)
• Hoca gel, hoca gel, hoca bir kere daha gel! Ey hileci ay, gelmem deme, gel!
• Senden ayrı düşmüş aşığın halini gör. Kötülüklerle dolu olan dünyaya bak, ey hapishaneci padişah, mahmur susamışı görmemezlikten gelme!
• El de ayak da sensin, her var olanın varlığına sebep de yine sensin! Sarhoş bülbül de sensin, haydi gül bahçesine gel!
• Kulak da sensin, göz de sensin, her şeyin seçilmişi de sensin, sen kuyudan çıkarılarak satılmış Yüsufsun, kölelerin satıldığı pazara gel!
• Gözde gizlenmişsin görünmezsin, halbuki sen herkese can verirsin, bir kere de güle, oynaya gönülsüz ve sarıksız olarak gel!
• Günün aydınlığı sensin, gamı yakan yandıran sevinç sensin, gecelerin aydınlığı, ay ışığı sensin, ey tatlılıklar, şekerler yağdıran bulut gel!
• Ey yepyeni dünyanın bayrağı! Her akıl ve fıkir sana rehin olarak verilmiştir, bazen geliyorsun, bazen gelmiyorsun, böyle yapma; bir daha dönmemek üzere tamamıyla gel!
• Ey perişan kabuslarla dolu olan gece git! Bir daha gelme! Ey söylenmemiş, gönülde gömülü kalmış gam, ey uyuşmuş akıl, defolun gidin, sizi istemiyorum! Ey uyanık baht, ey devlet gel, gel!
• Ey Nuh'un nefesi! Ey ruhun hevesi gel! Ey yaralanmış merhemi gel! Ey hastanın sağlığı gel!

10. Gölge bazen nürun yanında olur, bazen de onda yok olur.
Müfte'ilün, Müfte'ilün, Müfte'ilün, Müfte'ilün
 (c.1,41)
• Ey yüzünün nüru ile cihanı aydınlatan sevgili, dün gece bizim aramızda yoktun. Bu yüzden biz karanlıkta kaldık. Yüzünün nüru dün gece neredeydi?
• Gönlümüze bak da şaşır kal! Çünkü gönül, senin güzel yüzünü siper ederken heyecandan eriyip yok olduğu halde, seni siper etmeye doyamadı. Bırak gönül senin uğrunda erisin yok olsun. Ama ey ay yüzlü güzel! Senin ömrün uzadıkça uzasın!..
• Dün gece, nürlar saçan ay yüzün nereye doğmuştu? Otağın nereye kurulmuştu? Adamların, ordun nerede konaklamıştı? Sen değil, senin güzelliğin nerede elbisesini çıkarır, nerede soyunursa devlet oradadır. Mutluluk oradadır.
• Dün gece nerede bulundunsa bulundun, o hususta bir şey bilmiyorum ama, bugün şunu biliyorum ki; bugün de benden ayrı kalırsan, sabrım, kararım tükenir de; "La havle" mescidi de gönlüm gibi gamlarla yıkılır gider.
• Dün gece seher vaktine kadar inleyerek, feryatlar ederek döndüm, dolaştım. Sabah oldu da gözümü bile yummadım.
• Ey aziz varlık! Sen bir nürun gölgesisin. Biz de cümle cihan senin gölgeniz. Nürun gölgeden ayrı düştüğünü kim gördü?
• Gölge, bazen nürun yanında olur. Bazen de onda yok olur, gider. Yanıbaşında ise, onunla beraberdir. Onunla bir sıradadır. Onda yok olmuşsa, onunla buluşmuştur, ona kavuşmuştur.
• Onunla buluşup yok olunca, Allah'ın nüru onu alsın, Allah'a çeksin götürsün diye o gölge şaşılacak kadar sıkı bir şekilde istek elini nüra atmıştır.
• Gölge iki nürun ayrılıklarını, sonra birbirleriyle buluşmalarını durmadan anlatsam, sen de bana bu hususta daha çok yardımda bulunsan bu konu yine bitmez, tükenmez.
• Nur, sebebi yaratandır. Ne kadar sebep varsa hepsi de onun gölgesidir.Allah, sebepsizliği her şeye sebep kılmıştır.
• Sebebi yaratan ile sebep birbirinin aynasıdır. Kim ayna gibi tertertıiz değilse, aynayı ve aynadakini göremez.
 11. Başını ayak altına alınca, yıldızların üstüne ayak basarsın.
Müstef'ilün, Müstef'ilün, Müstefilün, Müstef'ilün
 (c.I, 19)
• Bugün sevgiliyi gördüm, her işe, her güce tat veren, yapmasını kolaylaştıran o güzeli gördüm. 0, o kadar güzel, o kadar nürluydu ki adeta Mustafa (s.a.v.)'in rühu gibi göklere yükseliyordu.
"Fussilet Suresi'nin 41/11. ayetine işaret var: "Sonra duman halinde bulunan göğe yükseldi ve ona, yeryüzüne 'İsteyerek varlığa gelin!' dedi. 'lsteyerek geldik.' dediler."
• Güneş, Hz. Mustafa'nın yüzünü gördü de utandı. Gök de gönül gibi yarıl-mıştı, parçalanmıştı. Suyun ve kara toprağın üstüne onun parıltısı vurmuştu da, bu yüzden su ile toprak, ateşten de daha fazla parlamıştı.
• "Göklere çıkmak istiyorum, lütfen bana merdiveni gösteriniz!" diye niyazda bulundum. Buyurdu ki: "Senin başın merdivendir. Başını ayak altına al, başına bas da yüksel!
Ayağını başının üstıine koymak demek, aklını ayak altına alıp, gönül yolu ile, aşk yolu ile Hakk'a yönelmektir. Mevlana bir Mesnevî beytinde; 

"Mademki gökyüzünün damlanna çıktın, oralarda geziyorsun, artık merdiven aramak mana-sızdır, soğuktur." diye buyurur Mevlana. Dîvan-ı başka bir beytinde de;
"Göklerin yolu, Içtedir, gönüldedir, sen aşk kanadını aç, aşk kanadı kuvvetli olursa merdiven arama derdi kalmaz." diye buyurur.
• Ayağını başının üstüne koyunca yıldızların üstüne ayak basarsın, nefsanî ar-zularını, şehveti yendiğin zaman havada yürürsün; haydi adımını at, ayağını havanın üstüne koy da yüksel!..

• Şehvetini ayak altına aldığın, nefsanî isteklerini yendiğin zaman göklerde havalarda sana yüzlerce yol belirir ve sen seher vaktinde yapılan dua gibi göklere yükselirsin."

12. Kendinden, kendi varlığından kurtulmuş bir canda zevk içinde zevk vardır.
Müfte'ilün, Mefa-îlün, Müfte'ilün, Mefa-îliin
(c.I, 46)
• Dün, sevgilim kederli, gamlı dostunu okşadı. Acılar çeken, sitemler tatmış olan cana, tatlı sözteri ile kendi tadından tat verdi.
• Akla, akıl üstünlüğü verdi, hoş öğütleri ile kulağa küpe taktı, tadı tatlılığı coşturdu. Gözlere nOr bağışladı.
• Bana; "Ey benim yüzümden zayıflayan, hasta düşen, perişan olan dost, ey benden ürken, korkan kişi, ben kerem sahibiyim, ben kendi satın aldığım ku-lumu satmam." dedi.
• Dikkatle bak da gör: Sevgili ne yardımlarda bulunuyor? Bize nasıl ferahlıklar veriyor? Yüsuf, güzelliği uğrunda ellerini kesenleri arıyor.
• Ona; "Beni aciz, zavallı sanma!" dedim. "Kanlı göz yaşlarıma da bakma, ey sevgili senin haberin yok, ben seni altınla işlenmiş atlas bir elbise gibi giymişim, seninle beraberim, beni kimsesiz sanma!"

• Kim de dünya sevgisini bırakıp Hakk'a yönelmek isteği varsa, o nefsini yendiği için şaşılacak bir kişidir. Kendinden, kendi varlığından kurtulmuş bir canda, zevk içinde, zevk vardır.
• Allah aşkına sus, yersiz sözler söyleyerek, susma huyunu öldürme! Bu kasî-deyi uzatma, kısa kes; çünkü asîde geliyor.
"Kasîde, İslamî edebiyatta bir nazım şeklidir. Kafıye kuruluşu gazel gibidir. Övgü şiirleri olduğu için, beyit sayıları gazellerden fazladır. Asîde, nişasta, yağ ve balla yapılan bir çeşit tatlıdır. Doğu Anadolu yemeklerinden "hasuta" belki de "asîde" adlı Selçuklu yemeğinden alınmıştır. Çünkü hasuta da nişasta, tereyağı ve şekerle yapılmaktadır. Midelerine düşkün olanlar "Lokmasız sohbette yoktur faide / Rabbena ünzül aleyna Ma'ide"

13. Aşk, insanı yok eder, var eder, gönülsüz bırakır.
Müfte'ilün, Müfte'ilün, Müfte'ilün, Müfte'ilün
(c.1, 39)
• Ne yazık ki, hakîkat sarayının Sadrazamı, beni meclisine kabul etmiyor, beni can mahremi yapmıyor, beni sırlarına mahrem etmiyor.
• Onu gördüğüm an rengim uçtu, gücüm, kuvvetim kalmadı, perişan oldum, o durumu anlamadı da; "Rengin nerede? Gücün, kuvvetin nerede?" diye sordu.
• Ben kerem ırmağına daldım, ben seher vaktinin kuluyum, kölesiyim. Öyle umuyorum ki, bu lütuflarla, feyizlerle dolu seher vaktinde, o güzel kokulu gül gelir, beni alır, mana gül bahçesine götürür.
• Irmağa dalan kişiye, elbisesi yük olur. Benim şu sarığım ile hırkam bana yük oluyor, ağır geliyor. Mal, mülk, mutluluğa ulaşmak sebepleri, hepsi de o tatlı edalı ay yüzlüdendir. Sevgili bana yakınlık gösterir, vefalı olursa, mal da odur, mülk de odur. 
• Dükkanım çalışma yerim, senin olsun, san'atım, hünerim, bilgiler, yığın, yığın kitaplar hep senin olsun, arslan da senin olsun, orman da senin olsun . Tatar ülkesinin ceylanı bana yeter.
• Aşk insanı yok eder, var eder. Gönülsüz bırakır, elsiz, ayaksız9 bir hale so- i kar. Aşk meyhanesinin sakîsi, şarap sunar, mest eder, insanı kendinden alır.
" Mevlevî şairlerinin en büyüklerinden olan Şeyh Galip merhum da bir şiirinde şöyle yazmıştı:
"Derd ü mihnettir, beladır adı aşk,
Bir marazdır, ibtiladır adı aşk,
Andadır raz-ı adem, sırr-ı vücüd,
Hiçtir, yoktur, bekadır, adı aşk."

14. Delilik zincirini sakın ayağımdan çözme!
Müfte'ilün, Müfte'ilün, Müfte'iliin, Müfte'ilün 
(c.I, 40)
• Dilin halkası bir zincir oldu, ayağıma geçti. Sakın, bu zinciri çözme, yalvarırım sana, artık akıl kervanın önünü ben vuramayacağım, sen vur!
• Ben senin mestinim, seninle neşeliyim, seninle hoş bir haldeyim. Ben senin iyiliklerinin, lütuflarının altında kalmışım eziliyorum, sanki lütfundan gebe kalmışım, gebe eğer yükünü taşımazsa, bunu suç sayma!
• Hiç gökyüzü, kendi başından dönme sevdasını çıkarabilir mi? Yeryüzü de teninden titremeyi hiç giderebilir mi?
• 0 padişah mukadderat kalemi ile rakamlar yazıp duruyor. Göniil, onun elinde bir kalem. Hoca sen de bir an için olsun hayattan şikayeti bırak, kadere boyun eğ de, müslümanlığını yenile!
• Padişah, kader gereği seni imtihan için cefa eder. Sıkıntılar verir. Sen o cefayı padişahın elinde bir kabarcık gibi bil! Padişahın elini tutan kişi o kabarcığı öper.
• Dünya, cihanın gizli hükümlerini ihtiva eden bir kitap gibidir. Senin canın da o kitabın baş yazısı. Düşün de bu meseleyi iyi anla!
"Kainatta çeşitli varlıklar yaşıyor; karalarda, denizlerde yaşayan sayılamayacak kadar çok olan bu varlıkların adlannı, cinslerini ihtiva eden bir kitap yazılsa; yani: Kitab-ı Kainat kaleme alınsa, bu kainat kitabının fihristinde ilk numaraya insanın adı yazılacaktır. Sonra diğer hayvanlar, balıklar, kuşlar, böcekler gelecektir. Neden o kitabın başyazısı insan ile başlayacaktır; insan, bütün yaratılmış mahlükların en başında yer alacaktır? Çiinkü insan bütiın mahlükların en şereflisidir, sonra insan da ilahî emanet vardır. İnsan; "Rühumdan ona üfürdüm!" sırrına mazhar olmuş, üstün ve bir mahluktur."
• Daima neşeli ol; arada sırada gelen cefalarla yüzünü ekşit ama, gönlünü hoş tut, suyu döndür, başka tarafa aksın. Sen de sus artık, eşeğin boynundaki o oyalayıcı çıngırağı çöz!

15. Melekler, gökyüzü pencerelerinden başlarını çıkarsınlar,
 yeryüzüne eğilip seni siper etsinler.
(c,1,47)
• Ey sevgili, sen gökteki aya benziyorsun ama, sen neredesin, ay nerede? Senin yüzündeki güzellik, nür, ayın yüzünde bulunabilir mi?
• Herkes ay ışığını seviyor, ayı seviyor. Ay ise senin aşkının esiri olmuş, senin elinden feryat ediyor. Senin elinden "Ey Allah'ım!" diye yalvarıyor.
• Parlak yüzüne karşı, güneş de, ay da secde ediyor. Çünkü senin güzelliğin ayla, güneşle maceraya girişiyor. ;
• Ay dün gece sana secde etmeye geldi. Fakat seni sevenlerin kıskançlığı ayın önüne çıktı; "Def ol, git, gelme!" diye naralar atmaya başladı.
• Haydi kalk sevgilim, hoş bir eda ile salına salına yürü de, melekler bile gökyüzü pencerelerinden başlarını çıkarsınlar, yeryüzüne eğilip seni seyre dalsınlar. ¦
• Senin parlak yüzünden, şimşekler çakmaya başlayınca, gönüller, gözlerini korumak için elleri ile yüzlerini kaparlar.
• Her ne kadar gönül bahçesi zevk ve safa elde ettiyse de, kış gibi olan bu ayrılık yüzünden hepsini kaybetti.
• Can bahçesi, sonbahara benzeyen ayrılık gamı ile, hazan gibi sarardı, soldu. Senin baharın ne zaman gelecek de, beni yeşertecek, hayata kavuşturacak?
• Dün, gönlüm, senin oturduğun mahallenin başında yorgun, perişan, uyuya kalmıştı. Hayalin oradan geçti de, gönlümü o halde gördü de...
• Dedi ki: "Nasılsın? Bu ağır hayat şartlarının sana yüklediği yükün altından nasıl çıkacaksın? Öyle acılar çekmiş, öyle zayıflaşmışsın ki, bedenin artık gözle görünmez olmuş."
• Böyle söyledi, sonra geçti, gitti. Fakat o güzel dudaklardan çıkan bu sözün tesiri onun tadından, bu yaralı gönlüm, iyi oldu sağlık buldu, ya Rabbî, onun sevabını sen ver!

16. Yıldızlar bile senin nürunu görüp kendilerinden utanırlar.
Müfte'ilün, Mefa'îlün, Müfte'ilün, Mefa'îlün
 (c. 1, 50)
• Ey vefasız güzel, neden böyle yapıyorsun? Beni perişan ediyorsun? Neden vüzüme bakmıyorsun? Neden beni görünce yüzünü ekşitiyorsun?
• Neden yalnız sana ayrılan, sana bağlanıp kalan, senin vefalı dostun olan gönlümü, her an mızrakla yaralıyorsun?
• Senin cevherin kuyumcuda müşterilerce pek beğenildi. Yani asaletine, rühî güzelliğine, Hakk aşıkları hayran oldular. Öyle olduğu halde neden bizim canımızı da, cihanımızı da alıp götürüyorsun? Neden bize acımıyorsun?
• Sen Hızır'ın çeşmesisin, sen bir kevsersin, ab-ı hayattan bile hoşsun. Senin ayrılık ateşinle yanıp duran ancak benim, neden beni sevmiyorsun?
• Senin sevgin can gibi gizlidir. Sevgi mührünün de eseri, izi yoktur. Böyle olduğu halde, neden gönlüme mühürünü bastın; izler, nakışlar bıraktın? Neden kendini bana böyle sevdirdin?
• Dedi ki: "Ben canın canıyım, canı görmeye heves etme! can görülmez." Öyle olduğu halde neden senin güzel yüzün, canın şekline girdi, can oldu? Hani can görünmez diyordun, neden böyle oldu, neden?
• Ey bütün maddî varlığından kurtulup, sadece baştan ayağa nür olan azîz varlık, yıldızlar bile seni görüp kendilerinden utanıyorlar. Peki böyle iken ne diye şüphe bulutları ile örtünüp, gönüllere, maddî ve manevî güzel'ikle iki yüzlü olarak görünüyorsun?

17. (Na't) Peygamberimiz, Efendimize hitap!
Mefa'îliin. Mefa'îlün, Mefa'îliin, Mefa'îlün
 (c. I. 55)
• Mübarek bedenin kadir gecesidir. însanlar onun yüzünden şerefler, devletler elde ederler. Ruhun da ayın on dördü gibi parlaktır. Onun yüzünden karanlıklar yok olur, gider.
• Yoksa sen, Hakk'ın takvîmi misin? Herkesin tali'leri orada yazılıdır. Yoksa sen, mağfiret deryası, bağışlama denizi misin ki, herkesin günahlarını orada yıkar, temizlersin.
• Yoksa sen, Levh-i Mahfüz musun ki, ilham sahibi olanlar, gayb dersini senden alırlar, öğrenirler? Yoksa sen rahmet hazinesi misin ki, Hakk'a yakın olanlar, oradan elbiseler giyerler?
• Yoksa sen, neliksiz, niteliksiz rüh musun ki, bunların hepsinden, herşeyden dışardasın? Bu sırda, künhünü anlayışta, düşüncelerde, te'emmüllerde, kuruntularda sarsılır, perişan olur.
• Sen, güzelliğinin nüru kuyuya akseden ay gibi acaib bir Yüsufsun. îşte akseden bir nümn sevdası ile, nice Yakuplar, milletlerin tuzaklarına, kuyularına düşmüşlerdir.
• Şaşkınlıktan kurtulunca da, onun sıfatlarına bürünürler. Ilahî sıfatlar hayret hududunu geçince onu, kim anlayabilir? Artık sus, derin manalı sözler de, ibretler de kırık, dökük söylendi.

18. Bütün güzellerin, güzellikleri onun güzellik denizinden bir damla.
Mefa'îlün, Mefa'îliin, Mefa'îlün, Mefa'îliin
 (c. I, 54)
• Ey gönül, bu hoş devlet yurdundan, bu mana aleminden bir an bile olsa çıkma. Bir an can şarabını iç, bir lahza da şekerler çiğne, rühanî zevkler al!
• Ruhanî tasavvurlar, vicdana dokunmayan, pişmanlığı olmayan zevkler, anlatılmaz güzellikler, bütün bu manevî haller, neşeler, nefısle yapılan gizli savaştan başarılı çıkmak, erenlerin gizli meclislerinde bulunmaktan, yahut da daha gizli olan sırrın da sırrından gelmede...
• Dünyada görülen ve insanı büyüleyen bütün güzelliklerin güzellikleri, onun güzellik denizinden birer damla, fakat susuzluk hastalığına tutulmuş bir kişi, bir damla ile kanar mı?
"İbn Farız hazretlerinin Kasîde-i Ta'iyye'sinin 242 numaralı beyti de hakîkati ifade etmektedir.
"Her yakışıklı gencin ve güzel kadının güzelliği, muvakkat bir zaman için hep O'nun güzelliğinden verilmiştir."

• Ey gönül, dünya zindanlarının en daracığı olan beden zindanından, geniş ınana meydanlarına çıkmak için bir yol var, var ama, senin ayağın derin bir uykuya dalmış da sen kendini ayaksız sanıyor, bu yüzden zindandan çıkmıyorsun.
• Şu yeryüzünde aradığın rızıklardan başka, göklerde ne gizli manevî rızıklar var. Ekmek hazırlayan fırıncının fırınından başka yerlerde ne ekmekler pişebilmektedir. Haberin yok.
•İki gözünü de kapamışsın; "Aydın gün nerede?" diyorsun. Halbuki, günü aydınlatan güneş gözüne düşüyor da, sana; "Aç kapıyı!" diyor; "Ben buradayım."
• Seni, bu tarafa da çekerler, öte tarafa da çekerler. Ey bulanmış, tortulanmış su, şu tortudan şu bulanıklıktan kurtul da, göklere, yücelere yönel!...
Baudlaire (Bodler)'in Kötülük Çiçekleri adlı kitabındaki Elevation (=Yükseliş) şiirinin şu kıtası Mevlana'nın bu beytini terennüm ediyor:
"Bu zehir duygulardan yüksel çok uzaklara
Yukarı havalarda git temizle kendini
Ve berk-i semaların o temiz ateşini
Tanrı iksiri gibi içiver kana kana"
• Sen kendi gönlünde halvete çekilmişsin, düşüncelere dalmışsın, içine daldığın, elbise gibi sırtına giydiğin her düşünce rengi ile, şekli ile senin yüzünden belli olur. Onu gizleyemezsin.
• Her ağacın gönlü, hangi tohumdan, hangi taneden su içerse, o içtiği su, ağacın dalında, yaprağında kendini gösterir.
• Elma tohumundan su içmişse, ondan elma yaprağı biter; hurmadan su içmişse hurma verir.
• Nasıl hekim hastaların betinden benzinden hastalığını antarsa, gönül gözü açık olan da, yüzünün, gözünün renginden senin dinini, inancını anlar.
• Dininin halini, sevgini, kini, renginden anlar. Fakat gizler, söylemez, seni rezil etmez.

19. Gül kendi güzelliği ile, bir güzellik bağışlayanın bulunduğuna şahitlik eder.
Mefa'îlün, Mefa'îlün, Mefa'îliin, Mefa'îliin
 (c.I, 57)
• Ey müslümanlar, ey rnüslümanlar, güzelliği, yarım bir dikeni bile cennet bahçesine çeviren bir sevgili hakkında ne demeli? Ne söylemeli?
• Onun aşkı, bir diyara bir an için olsun gelse, orayı şerefelendirse, mekanları mekansızlık alemine çevrir, yerleri baştan başa paha biçilmez madenlerle doldurur.
• Allah'ım bu nasıl nürdur ki, her hüriye güzellik bağışlar, lütfederse, ateş bile isterse tabiatini terkeder. Ab-ı hayat olur.
• îlkbaharı kıskançlığından «ötürü kırar, geçirirse ne çıkar? 0 lütfu tutar da sıkarsa binlerce ilkbahar meydana getirir.
• Onun yüzü güneştir. Dünya ise o güneşin yüzüne bir perdedir. Fakat nakış, resim; nakıştan, resimden başka ne görebilir?
• Gül, ilkbahara o güzellikleri vereni tanımasa bilmese bile, kendi güzelliği ile bir güzellik bağışlayanın bulunduğuna şahitlik eder. Der ki: "Benim rengime, kokuma, güzelliğime bakınız, elbette bunları bana veren biri var. îşte bana bu güzellikleri lütfeden, size de o güzellikleri vermiştir."
"Hz. Mevlana Mesnevî'mn VI. cildinin 2700 numaralı beytinde şöyle buyurur: "Allah kendisine kullukta bulunan güllere ne vefalı davranır, onlara ne güzel renkler verir, ne hoş  kokular bağışlar." Bir ruba'îsinde ise şöyle buyurur: "Ey gönül, sen gül bahçesinin güzelliğine mi hayran oldun da gülüyorsun? Veya aşk bülbüllerinin ötüşleri mi seni güldürüyor? : Yahut gizli sevgilinin yanağındaki gül gibi mi açılıyor ve gülüyorsun? Galiba sende ona benzer bir şey var. Bu yüzden neşeleniyor, bu yüzden gülüyorsun
•Eger gülün bundan haberi olsaydı, rengi daima kırmızı ve ter ü taze kalırdı. Cünkü, aklı başında olan bir kişinin yaşayışına bir afet gelmez.
• Sen aklını başına al da, öyle bir güzel bul ki, işi gücü bu olsun, ölümsüzlük yönünden olsun. Yoksa gül gibi solacak, sonunda can verecek, ölüp gidecek bir güzele neden can vermeli, gönül vermeli?
• Tebrizli Şemseddin yüzünden kanlar dökmeye karar verdim. Benim elimde Zülfikara benzeyen bir aşk kılıcı var.
20. Onunla gizli gizli konuş, bütün sırlarını, dileklerini çekinmeden söyle!
Mefa'îlün, Mefa'îlün, Mefa'îliin, Mefa'îliin
(c.I, 58)
• 0 padişah geldi, o padişah geldi. Eyvanı (terası) süsleyen, o Kenan güzeli-nin güzelliğine hayran olarak bileklerinizi bile kesin!
• Canın canının canı gelince, canın adını anlarnak yersizdir. 0 padişahın önünde can, kurban edilmekten başka bir işe yaramaz.
• Ben aşksız kalınca yolumu kaybetmiştim, şaşırıp kalmıştım. Birden bire aşk karşıma çıkıverdi. Sevinçten kendimi dağ gibi hissettim, sonra onun güzelliği ile eridim. Aşk padişahının atı için bir saman çöpü oldum.
• İster Türk olsun, ister Tacik, her kul ona bendedir. Hem de canın bedene yakın olduğu gibi ona yakındır. Yakındır ama, beden canı asla göremez.
• Haydi dostlar, baht geldi, tali' geldi, devlet geldi. Elinde ne varsa dağıtıp duruyor, herkese mutluluklar bağışlıyor. Sanki şeytanı azletmek, kovmak için bir Süleyman geldi, tahta oturdu. Ondan yararlanın!
• Ne duruyorsun? Haydi sıçra, yerinden kalk, elin, ayağın yok değil ya! Süleyman'ın sarayının yolunu bilmiyorsan, hüdhüdü bul, yolu ondan sor!
• Orada, onunla gizli konuş, bütün sırlarını, dileklerini çekinmeden söyle;Süleyman bütün dilekleri kabul eder. 0 kuşların bile dillerini bilir.
• Ey kul! Söz rüzgar gibidir. Gönlü dağıtır, perişan eder, fakat Şems; "Dağınık şeyleri, topla!" diye buyuruyor, bunu da bil !.
21. Bahar mevsimi gül bahçesine canları davet etti.
Mefa'îlün, Mefa'îliin, Mefa'îliin, Mefa'îlün
 (c. I, 62)
• Bahar geldi, bahar geldi, Hakk aşıkı ile mest olanlara, ötelerden, güzeller peygamberinden selamlar getirdi.
• Süsen sakîden, aşk şarabı ile mest olanların kerametlerine dair bir şeyler duymuştu. Onlan selviye söyledi. Selvi bunları duyunca mest olan aşıklara saygı gösterdi. Ayağa kalktı ve adından ötürü bir daha oturmadı.
• Lalenin aşıklara kadeh sunduğunu gördü de bahçe onca Hakk aşıklanna çiçekler saçtı, sonra mezeler ikram etti.
• Sonra nisan bulutunun ağlayışından, kış mevsiminin soğuk, dondurucu nefesinden bir çok masallar söyledi. Hilelere baş vurdu. Sonunda bahçe aşıkları kandırdı.
• Ayrılık soğuğu, aşıkları nezle ettiği için, bahçe gönül buhurdarında öd ağacı ile üzerlik yaktı. Etrafa güzel kokular yaydı.
• Sonra sakîye seslendi: Ey sakî, dedi. Gülleri asla solmayan, ölmezliğin gül bahçesine gel, daha sonra hakîkat madeninin damına çık. Çünkü görünmez gizlilik aşıkları evlerinden de çıkardı.
• Ey sakî, bahar mevsimi güzellere çok değerli paha biçilmez elbiseler giydirdi. Bahçeye gir de onlan seyret!
• Bahar mevsimi bu gül bahçesine canları davet etti. Bizi de eşsiz sevgilinin güzel yüzü çağırdı. Sen şimdi dikkatle bak da gör: Aşıklara bahçe bu devletlerden, bu armağanlardan, hangisini getirdi?
22. Sana Firavun'a yakışan debdebe, yücelik gerekse; aşkı geri ver!
Mefa'îlün, Mefa-îlün, Mefa'îlün, Mefa'îlün
 (c. I, 59)
• Sen, hor görülmekten şikayet ediyorsun, ağlayıp duruyorsun, sızlanıyorsun, hor görülüşteki lütufları, ihsanları göremiyorsun. Ya Hakk'tan yardımlar, ihsanlar isteme, yahut az şikayette bulun!
• Sana, Firavun'a yakışan debdebe, yücelik gerekse, sana yakışmayan aşkı ver, Fıravun gibi vilayetler al, malını, mülkünü artır, ihtişamlı bir hayat sür!
• 0 can ne mutlu candır ki, sonunda bahta, mutluluğa erişmek için daha önceden hor görülmeyi, aşağı görülmeyi alır da öper, başına kor.
• Pek büyük olan, kıyısı kenarı bulunmayan o hiddet denizinden binlerce kol ayrılır, her tarafa rahmet ırmakları akar. 0 ırmaklar, merhameti sonsuz olan Allah'ın iyi, kötü bütün kullarının can bahçelerine ulaşır, her canı suya kavuşturur. 0 hiç kimseyi mahrum bırakmaz.
" Ey gönül, sen o dereye bakma! 0 dere ile yetinme; için daralır, o derelerin önune çıktıkları kaynağa, sonra hep orada birleşeçekleri  asla, vahdet deryasına bak!
• Bir domuz misk içinde, bir insan da pislik içinde doğsa, her biri rızık bakımından da aslına gider, her bakımdan da aslına varır.
• Hakk kapısının uyuz köpeği bile dünyadaki bütün arslanlardan iyidir, değerlidir. Çünkü o Hakk'ın aşkını söyler ve o kapıyı gözetme ve bekçilik yapma usullerini bilir.

23. Ben ilahî tecellî ile yerinden kopmuş,
 parçalanmış bir dağ gibiyim.  
• Bu nefisten, heva ve hevesden kurtuldum. Bunların dirisi de bela, ölüsü de bela. Halbuki ben, ister diri olayım, ister ölüp gideyim, yerim, yurdum Allah'ın lütfundan başka bir yer değildir.
• Ey susmak! Benim özüm sensin, sevdiğimin perdesi de sensin. Susmanın en değersiz lütfu, insandan korkunun da, recanın da yok olup gitmesidir. însan kaderin getirdiklerine karşı susarsa, şikayet etmezse, onda ne korku kalır, ne de reca...
• Beni kederlerle, belalarla yıkmadıkça, harap etmedikçe Allah, bendeki gizli hazîneyi hiç bana verir mi? Beni coşkun bir sele kaptırmadıkça, nasıl olur da beni çeker, ihsan denizine götürür?
• Ben aynayım, ben aynayım. Ben gevezelik eden, söz söyleyip duran kişi değilim. Ben sustuğum için siz benim gönül feryadımı duyamazsınız. Ancak kulaklarınız göz kesilirse benim perişan halimi görür, anlarsınız.
•Rüzgarda el sallayıp duran ağaç gibi el sallamaktayım. Gökyüzünde dönüp dolaşan ay gibi çarh etmedeyim. Yeryüzünde yaşadığım için çarhım, yeryüzü kokuyor, yeryüzü rengindeyim ama ben topraktan yaratılmış olsam da, bende ilahî em'anet bulunduğu için benim çarhım, gökyüzünün çarhından daha temiz, daha hoş....
•Ey söyleyen arif, söyle, söyle de hakîkati söylediğin için sana dua edeyim. Cünkü her seherde dua vakti gelince güzelleşirim, hoş, neşeli bir hal alırım. Adeta mest olurum.
• Ben abamı, hırkamı senden esirgemem, padişahtan ne gelirse, padişah ne lütfederse yarısının yarısı benimdir.
• Hakîkat kadehi, sonsuzluk kadehi, bana padişahın kendi eliyle sunulmaktadır. 0 şarabın bir yudumunu içen dilenci güneş çeşmesi kesilir de nüra susamış olanlara nür suları ikram eder.
• Benim boğazım hasta, konuşamayacağım, ben sustum. Ey güzel sözler söyleyen arif! Sen söyle! Çünkü sen Davud seslisin, bense ilahî tecellî ile yerinden kopmuş, parçalanmış bir dağ gibiyim.

 24. Sen benim canımsın, ben cansız nasıl yaşanm?

Mefa'îlün, Mefa'îlün, Mefa'îlün, Mefa'îlün
(c.1, 69)

• Ne olur, sevgilim yarın gelse de elimi tutsa, yahut pencereden bakışını uzatsa, ayın ondördü gibi parlak olan yüzünü bana gösterse...

• O canıma canlar katan sevgili, kapıdan içeri girse de, insafsız ayrılığın bağladığı ellmi. ayağımı çözse, beni kurtarsa

• Ona derim ki: "Ey benim canım, ey benim hayatım, senin canına yemin ederim ki, sensiz hayat pek tatsızdır, pek manasızdır. Sensiz işret hoşuma gitmiyor. Beni sevindirmiyor, şarap bile sen olmayınca beni mest etmiyor.

• Nazlanır da; "Git, benden ne istiyorsun? Senin sevdan bana bulaşır da ben de sevdalanırsam diye senden korkuyorum." derse,

• Ben de kılıcı, kefeni alır önüne korum. Yere kurbanlık koyun gibi yatar, boynumu uzatırım da, derim ki: "Eğer seni rahatsız ediyorsam, başını ağrıtıyorsam, kılıcı al, hiç acımadan için rahat olarak boynumu kes gitsin..."

• Sevgilim, sen çok iyi bilirsin ki, ben sensiz yaşamak istemiyorum, ölüyü dirilten Allah'a yemin ederim ki, ölüm bana ayrılıktan daha tatlıdır, daha hoştur.

• Benim seni nasıl sevdiğime inanmıyor musun ki, benden yüz çevirdin? Sana her zaman "Düşmanların sözleri asılsızdır, iftiradır." demiyor muydum?

• Sen benim canımsın, ben cansız nasıl yaşarım? Sen benim gözümsün, ben gözsüz nasıl görebilirim?



25.Gerisin geriye git, bizi de beraber götür!

Mef'ülü, Mefa'îliin, Mef'ulü, Mefa'îliin

 (c.I, 85)

• Ey sevgili; Allah rızası için olsun, bana acı da, altın gibi sararmış olan yüzüme bir bak! Bizi, senden ayrı bırakma, nereye gidersen bizi de beraber götür!

• Eğer tenezzül eder de gelir, gönlümüze girersen, eteğini topla, içeri öyle gir ki, eteğin gönül kanına da değmesin, kirlenmesin.

• Ey sevgili, senin güzelliğini görmeyen, ay yüzlülerin körlüklerine rağmen bir doğ da, ayın yüzüne siyah bulutlarla bir perde çek, böylece ay görünmez olsun, senden başka gökte ay kalmasın.

• Sevgili; "Sizlere selamlar olsun!" deyince, bu ses bütün alemi tuttu. Neşeden gönül secdeye kapandı, can da beline gayret kemerini kuşandı.

• Mum gibi her gece yanardım, seher vakti gelince söndürülürdüm. Fakat gevgili, bu gece senin aşkınla öyle kendimden geçtim ki, gece ile gündüzü fark edemiyorum.



26. Üzüm şarabı îsa ümmetinindir,

Mansur şarabı da Muhammed ümmetine mahsustur.

Mefulii, Mefa'îlün, Mef'ulii, Mefa'îlün
(c.I, 81)

• Ey can sakîsi! Kadehi, yıllanmış eski şarapla doldur da bize sun!... 0 şarap gönlün yolunu keser, insanı fanî güzellere gönül vermekten kurtarır, din yoluna düşürür, Hakk'a kılavuzluk eder.

• 0 şarap herkesin bildiği üzüm şarabı da değildir. 0 şarap gönülden kaynağını alır, gelir ruhla karışır, coşar köpürür. Can şarabı olur. Her şeyde Hakk'ın kudretini gören, Hakk'ın sanatını müşahede eden aşıkın gözü şarapla mahmurlaşır.

• Herkesin bildiği üzüm şarabı İsa ümmetinindir. Mansur şarabı da Muhammed ümmetine mahsustur. Bu şarabın kadehi yoktur. Kadehsiz içilir.

• Üzürn şarabından mahzenlerde küpler dolusu vardır. Bu şaraptan da küpler olusu var. Var ama bu küpü kırmadıkça, yani bedene ait nefsanî duyguları dürmedikçe, Mansur şarabını tadamazsın.

• Üzüm şarabının bir damlası bile seni senden alır, bütün işlerini altına döndürür benim şu altına benzeyen kadehe, canım feda olsun...

• Mansur şarabı üzüm şarabı gibi herkese her zaman sunulmaz. Mansur şarabı ançak ,yatağını, yastığını devşirip kaldıran, gecesini uyku ile öldürmeyen Hakk aşıkına seher vaktinde sunulur.



27. Sen yaralara merhemsin, dertlere dermansın.

Mefulü, Mefa'îliin, Mef'ülü, Mefa-îliin

(c.I, 87)

• Ey sevgili, başın hakkı için, bizi böyle perişan bir halde bırakma! Ey salına salına yürüyün selvi, bize o boyu, posu, o edayı göster!

• Zulümlerle, haksızlıklarla, günahlarla gizlenmiş olan şu yeryüzünü, güzel ve parlak yüzünle neşelendir, sevindir, şu gök kubbeye başka bir güneş göster!

• Canları yol bilir, yol gösterir bir hale getir. Madenleri altınlarla doldur. Bir zelzele ile, uyuyan denizi uyandır, onu aşka düşür, coştur, köpürt!

• Sen öyle yüce bir varlıksın ki, güneş bile senin devletinin, ikbalinin gölgesine sığınır, devlet kuşunun gölgesi ne işe yarar?

• Sen hem Allah'ın rahmetisin, hem yaralara merhemsin, hem dertlere dermansın; bir hekim olarak şu aşk hastasına bir ilaç ver!

• Sen aşk bahçesinin bülbülüsün, hayırlı temiz kişilere ilahî aşk şarabı sunarsın, sen canların canı olduğun için başsızsın, ayaksızsın.

• Ya Rabbi, sende neler var! Ne kudret var! Ne güç var! Sen lütfunla bır bahar gibisin, granit taşlarını, kayaları bile işe güce sokarsın...

• Bazen bir nür parlatırsın, gözleri kamaştırırsın, bazen de, yüzlerce tufanın söndüremediği, yatıştıramadığı bir fitne koparırsın, insanları perişan edersın; hikmetinden sual olunmaz.



28. Ben göklere bile aşk ateşi attım, onları tutuşturdum.

Mefulü, Mefa'îlün, Mef'Olü, Mefa-îlün

 (c.I, 89)

• Herkese rezil olmak istemiyorsan, benim şu öğüdümü dinle: "Ben insan seklinde bir afyon küpü gibiyim, sakın benim ağzımı açma!

• İstersen beni ateşlere at, ateş bana ne yapabilir? Ben değil gönüllere, göklere bile aşk ateşi attım, onları tutuşturdum, yaktım, yandırdım. Oralarda yüzlerce kavga, yüzlerce gürültü çıkardım.

• Gökyüzü tamamıyla baş, yeryüzü de tamamıyla ayak olsa, ben ne gökyüzüne baş korum, ne de yeryüzüne ayak basarım. Çünkü ben bunların her ikisinden de değilim; ben başka bir yerdenim, başka bir alemdenim.

• Ey bizim efendimizin, sahibimizin gönüldeki saf şarabından bize şaraplar sunan sakî! Bize bir kadeh daha sun! Bu lütuflara nail olduğumuz için şükretmek bize daha çok yakışır.



29. Senin sevgini idrak hususunda bizler çocuklar gibiyiz.
 Ey can gel de bizi çocukluktan kurtar.

Mef'ulü, Mefa'îlün, Mef'ülü. Mefa'îlün
 (c.1, 88)

•Ey ay yüzlü sevgili; hoş geldin, sefalar getirdin! Ey cana neşeler veren gül varlık, neşelerle gel, dünya hayatının bize getirdiği üzüntülerden, kederlerden bizi kurtar. Sen zaten hep böyle idin, neşeler getirirdin, neşeler bağışlardın, Dilerim sağ oldukça hep böyle ol!

• Ey her neşenin süreti, şekle, bedene bürünmüş hali; sen baştan başa neşesin, gönlürnüzde bir yadsın, bu yüzden seni yad ettiğimiz zamanlar, gönlümüz neşe ile dolar, içimiz rahatlar. Sen, yalnız, neşenin sureti değil, aynı zamanda,
Allaha duyulan aşkında suretisin. Hakk'ın güzelliği sende tecellî ettiği ,için seni seven dolayısıyla Hakk'ı sevmiş olur. Bu yüzden daima, gönlümüzde ol gönlümüzde yaşa!

• Ey can; senin sevgini idrak hususunda bizler çocuklar gibiyiz." Ey cangel de bizi çocukluktan kurtar! Çocuk olduğumuz için dadıya muhtacız, onun sevgisi ile, onun ihtimamıyla yaşıyoruz. Gel de bizi dadıya, ona buna muhtaç olmaktan kurtar! Bizi olgunluğa ulaştır da, seni idrak edelim, yalnız seninle senin aşkın ile yaşayalım.

"Şu hadîse işaret var:  "Seni şanına layık bir şekilde tam bir irfan ile idrak edemedik, bilemedik."

• Biz kendimizi tamamıyla dünya işlerine verdik. Bir çok isteklere, emellere düştük. Hep dünya için çalışıyoruz; servet, şöhret, yüksek mevki hırsıyla didinip duruyoruz. Bu yüzden de kederden, sıkıntıdan kurtulamıyoruz. Gamlardan, kederlerden kurtulmak için eşe, dosta sarıldık. Eğlencelere kapıldık. Ey def! Sen bizim şu halimize candan, gönülden feryat et! Ey ney sen de ağla, inle!

• Ey gönül! Sen güzelsin, o Hüsrev'in yüzünden büsbütün güzelleş, eğer hoş bir Hüsrev'sen, o güzel Şirin'in Hüsrev'iysen gerçek aşka düş de Ferhat ol!

" Ferhat dağları delerek su yolları yapmakta mahir bir mühendis, aynı zamanda, bir hükümdarın yeğeni olan Şirin adlı güzel bir kıza gönül vermiş meşhur aşıktır. Şirin'e, Ferhat'tan başka, bir hükümdarın oğlu olan Hüsrev-i Perviz de aşık olmuştur. Bu kızı elde etmek için Ferhat akıl almaz gayret sarf etmiş, dağları delmiş, kayaları oymuş. Ferhat ile Şirin doğu edebiyatında Leyla ile Mecnun gibi meşhur olmuş, bir çok şairler bunların aşk hikayelerini anlatan kitaplar yazmışlardır. Faruk Nafiz merhum da Çoban Çeşmesi adlı şiirinde bu konuya temas etmiştir:"

"Gönlünü Şirin'in aşkı sarınca
Yol almış hayatın ufuklarınca
0 hızla dağları Ferhat yarınca
Başlamış akmaya çoban çeşmesi." ,

Mutasavvıflar bu hikayeden başka manalar çıkarmışlardır. Onlara göre, Ferhat Hakk aşığıdır, sevgilisi uğruna deldiği dağlar, benlik, enaniyet dağıdır.

30. Aşk geldi, benim elimi bağladı, düşüncelerim dağıldı.

Mef'ulii, Mefa'îlün, Mef'ulü, Mefa'îlün
(c,I, 82)

• Sevgili süslendi, güzelleşti, onun her zaman böyle olmasını isterim. Allah'ın inayeti ile, onun bazı sapkınlıkları, sapık görüşleri gitti. Kafirliği iman haline geldi, onun hep böyle olmasını dilerim.

• Gönlümü inciten, yüzüme karşı kapıyı kapayan sevgili, dostların gamı ile gamlanmaya başladı. Onun hep böyle olmasını dilerim.

• Eskiden kendini çok seviyordu. Yalnız kendini düşünüyordu. Şarabı bile yalnız başına içiyordu. Yalnız başına zevk ediyordu. Halbuki şimdi, kapısını herkese açmış, evini misafırlerle dolduruyor. Onun her zaman böyle olmasını diliyorum.

• Gece, geçip gitti, sabah şarabının içilme zamanı geldi. Gam defolup gitti, neşeler, feyizler yüz gösterdi. Mutluluk güneşi doğdu. Parıl parıl parlamaya başladı. Ben bütün zamanların böyle olmasını dilerim.

• Mahzun olanların, gönülleri kırılanların devleti, manevî kuvveti ve aşk ile deli olanların himmeti yüzünden, bizi dünyaya bağlayan zincir zorlanmaya başladı. Bunların hep böyle olmasını dilerim.

• Şu esen rüzgara, şu aşk rüzgarına dikkat et! 0 gitti şirin dudakları okşadı, onların büyüsü ile neye uydu, onunla feryat etmeye, onunla beraber inlemeye başladı.

• 0 ay doğdu da, iki dünyayı da gül bahçesine çevirdi. Bütün bedenler, can oldu, daima böyle olmasını dilerim.

• Onun kahrı, tamamıyla rahmet kesildi. Zehri baştan başa, şirine döndü bulutu şükürler yağdırmaya başladı. Daima böyle olmasını dilerim.

• Sus ki, ben mest oldum. Aşk geldi, benim elimi bağladı. Düşüncelerim dagıldı,

31. Biz senin güzelliğinin sunduğu şarapla mest olmuşuz.

Mefulü, Mefa'îlün, Mef'ulü,
(c. I. 90)

• Senin yüzünden gamlara düştüğümüz, çok acılar çektiğimiz için biz çok mutluyuz. Biz hem senin aşkının mahremiyiz, en yakın dostuyuz, hem de senin..

• Biz hem senin yüzünü hayranlıkla seyrediyoruz. Hem de güzelliğinin sunduğu şarapla mest olmuşuz. Hem de seni daha iyi görüp neşelenmek için evinin damına çıkmışız.

• Sen, her derde derman olan, her zorluğu yenen Süleyman'ın canısın. Senin yüzünden dev de, peri de deli oldular, dağa düştüler. Ey sevgili, sen, hem de canların huzur evisin.

• Ey sevgili, bütün canlar, senin güzel yüzüne dalmışlar da kendilerinden geçmişler, gönüller de senin nefesinle nurlanmışlardır.

• Ben senin aşkınla mest olmuşum. Sanki başım senin güzelliğinin şarabıyla dolmuş. Sevgili, ben senin güzelliğinin yüzünden çok şadım, çok neşeliyim, çok mutluyum.

• Ey dost, Ka'be'nin yanında kaynayıp duran zemzem suyuna, senin zemzem suyun karışmış da o yüzden tatlılaşmış, o yüzden hacılar onu paylaşamıyorlar, hep ona doğru koşuyorlar, kaplarını dolduruyorlar.



32. Aşıklar meclisinin tek bir mumu başka meclisin yüzlerce mumuna değer.

Mefulü, Mefa'îlün, Mef'ulü, Mefa'îlün.
 (c.I, 74)

•Sen hakîkati istiyorsan bile bize uymak, bizimle beraber onu arayıp durmak zorundasın. Saz çalarak türkü söylemeyi bilmesen bile bizimle beraber çalıp söylemeye mecbursun.

• Sen Karun gibi dünyanın en zengin adamı olsan, aşık olunca iflas ederek elinde 'hiçbir şeyin kalmaz. Padişah bile olsan, bizimle beraber olunca senin de kul olrnan gerekir.

• Bu aşıklar meclisinin tek bir mumu, başka meclisin yüzlerce mumuna deger, yüzlerce mum yerine geçer. Sen ister ölü ol, ister diri, bizimle beraber olunca başka türlü bir dirilik elde edersin.

• Sen bizimle beraber olunca, hakîkati görürsün. Yalnız dudaklarınla değil gül gibi bütün bedeninle gülmeğe başlarsın. 0 zaman ayaklarındaki dünyaya ait istek bağları çözülür, hayrete kavuşursun ve her şey sana apaçık gösterilir.

• Bir an derviş ol! Dervişlik hırkasına bürün de gönülleri diri olan velileri gör' 0 zaman üstündeki atlas elbiseleri atarsın da bizimle beraber hırka giyersin.

• Tohum yere düşünce, toprakta canlanır, biter, boy atar, bir fidan olur. Bu remzi, bu ince sözü anlarsan, sen de bize uyarsın, sen de gururu, benliği bırakır, bizimle beraber yerlere düşer, topraklara karışırsın.

• Tebrizli Şems, gönül goncasının kulağına dedi ki: "Nefsanî isteklerden kurtulur da, gönül gözün açılarsa; sen de bizimle beraber görülecek şeyleri gorursun.
Hz. Mevlana bu yedi beyitlik gazelinde Hakk yolcularını birliğe davet etmektedir.



33. Ben yalnız ağzımla değil, gül gibi bütün bedenimle gülüyorum.

Mefulü, Mefa'îliin, Mef'ulii, Mefa'îlün,
 (c. I, 84)

* Yalnız dudaklarımla, ağzımla değil, gül gibi bütün bedenimle gülüyorum.çünkü, ben, beni bıraktım, benden vazgeçtim; onunla, yani Padişahlar Padişahı ile halvetteyim.

• 0, bir seher vakti elinde meşale olarak geldi. Gönlümü ateşe verdi. Sonra onu aldı, göklere yükseldi. Ey aşk ateşi ile tutuşturduğu gönlü alıp götüren azîz varlık; canı da al göğe ulaştır. Gönlü yalnız bırakma!

• Kızgınlığa kapılıp, hasede düşüp de şu garip canı, gönüle yabancı etme, onu burada bırakıp da yalnız gönlü götürme!

• Ona Padişaha yakışır bir şekilde kibarca haber gönder, niyazda bulun; "Ey Padişahım!" diye yalvar. "Vakit geçirmeden umümî bir davet yap; herkesi çağır! Gönlü yanına aldın. 0, ne zamana kadar seninle olacak da, can yapayalnız şu kirli yeryüzünde sürünüp duracak? Bu hal, padişahlığa yakışır mı? Bunu da yanına al!"

• Dün gece yaptığın gibi, bu gece de gelmezsen, bu gece de yalvarışlarıma kulak asmaz, dudağını yumar bir şey söylemezsen, canı alıp götürmezsen;yalnız feryat etmem, yüzlerce gürültüler koparırım, kargaşalıklar çıkarırım.



34. Böyle güzel bir bağ gönüllerde bile düzenlenmemiştir.

Mefa'îlün, Mefa'îlün, Mefa-îlün, Fe'uliiıı
 (c.I, 92)

• Ne güzel bağ, ne güzel bağ, böyle bir bağ gönüllerde bile düzenlenmemiştir. Orada dolaşan dilberde de ne güzel boy, ne güzel yüz var. Allah onu kutlasın, yüceltsin.

• Ne güzel ışık, ne güzel nur, ne güzel şer, ne güzel bela, ne güzel cevher, ne güzel güvenilecek, dayanılacak dost!

• Ne güzel mülk, ne güzel mal, ne güzel hal, ne güzel konuşma, tecellî gönüllerinde uçup duran ne kutlu kanat!

• Dünya nimetlerine aldırmayan, onları elinin tersi ile arkasına atan can, bilsen ne kadar ilerilerdedir, ne kadar değerlidir! Onu takdir etmeyenin alkışlamayanın boynunu vur!

• İster yeryüzünün cüz'leri ol, ister Ruh-ı Emîn, yani Cebrail ol, Allah'ın büyüklüğünü, kudretini görünce ,  (=Celali yücedir) de!

• Sen, hem bezsin, hem bezi suya çırpansın, hem üzümsün, hem de üzümü sıkansın  Çırp,sık,süz,ama elini bulaştırma, yani pek derinlere inme!

• Sus, sus, fazla ileri gitme, sözden anlamayanların toplantı yerinde böyle açık söyleme, "Allah"tan "kul"dan söz açma!



35. Bu dünyada gördüğümüz güzellikler, güzel eserler canları Hakk'a götürürler.

Mef'ulü, Mefa'îlü, Mefa'îlü, Fe-ulün
(c.I, 97)

• "Mısır'a gittim, şeker satın aldım" diyorsun. Diyorsun ama, açıkça söylemiyorsun. Sen, Mısır'da şeker satın almadın, altın kemerli Yusuf'u aldın.

• Şehirde böyle bir güzeli kim görmüştür? Böyle "ay" gibi bir güzeli kim bağrına basmıştır.

• Geceleri herkes uykuda iken yıldız sayanlara, yani uyumayan Hakk aşıklarına, ay, ışıkları ile öpücükler gönderir, onları okşar, sever.

• Şu dünyada gördüğümüz güzellikler, güzel eserler, hassas duygulu insanların canlarını, gönüllerini alırlar, o eserleri yaratana götürürler. Sanki, Allah yarattığı eserlerini hamal eder, canları, gönülleri onlara yükler, kendine doğru çeker.

• Bu dünyada şüphe ile neye baktımsa onu bulamadım, göremedim, çünkü güzellere hayran olma duygusu, bu yücelik, bu tali ancak Hakk'la görenerde, Hakkın görüşüne sahip olanlarda vardır.

• Seher vakti gelininin yani mürîdin, gözüne sürme çekip görüşünü artırmak için güneşin gönlüne yani mürşidin gönlüne padişahlara mahsus ateşi koymak gerekmektedir.

• Ey dost, güneşe benzeyen, güzel nurlu yiizün başka bir yerde olmadığı için, gölge gibi akılsızca senin peşine düşmüşüz, koşup duruyoruz.

• Zavallı akıl, gönül kıran bir insafsızı bulur da, onu bağrına basar. Ruh da yol kesen eşkıyayı bulur, onu kendine dost sanarak, alır, gönül evine getirir.

• Göz, güzellerin dudaklarına la'ller, dişlerine inciler armağan eder. Yüz ise gümüş renkli bedenlere sahip güzeller karşısında sararır, solar, sanki onlara altınlar basar, altınlar hediye eder.



36. Senin aşkın, çorak toprağı bile gül bahçesi haline getirir.

Mefulü, Mefa'îliin, Mefulil, Mefa'îllin,
 (c.I, 78)

• Ey saki; kadehi Hakk aşığının şarabı ile doldur! Yanmış, kavrulmuş gönüllere Rabbanî şarap sun!

• İlahî aşkla kendinden geçmiş kişilerin meclisinde ekmekten az bahset  Şunu iyi bil ki, ilahî aşk suyuna dalmış kişiler, sudan başka bir şeyle uzlaşamazlar.

• Ey can! Senin nezaketinden, inceliğinden, onun tatlı olan hitabından beden utandı da yere serildi, yıkıldı, harap oldu. Şurada gömülü bulunan defineyi bul çıkar da bu harabeyi süsle, güzelleştir!

• Senin aşkın, çorak toprağı gül bahçesi haline getirir. Dalgan, buluta benzeyen gözü, inciler saçar bir hale kor.

• Şarabımızı çoğalt, bize çokça sun! Uykumuzu da tut, bağla, artık bize gelmesin Cünkü, uykuya dalan kişinin, gecenin güzelliğinden, feyzinden hiç haberi olur mu?

•  Manen gökyüzüne yükselip, Allah'ın misafiri olanlar, meleklerle aynı kadehten, ıçerler, yeryüzünde yaşayan insanlardan, iyilikler yapan, insanlara yararlı olan  sevap kazanan fazîletli kişilere de şarap gökyüzünden verilir.

• Onun sevdiği gerçek kulunun dudağı, onun taslarına, ibriklerine dokunur,onun kaplarından içer, o şarap ancak takva küpünde -çekinip sakınma küpünde- bulunur. Başka küplerde onu arama, bulamazsın.

• İlahî şarapla mest olmuş, kendilerinden geçmiş Allah'ın has kullarının halini, ayık adam ne bilsin? Ebu Cehil, sahabenin hallerini nereden anlayacak?



37. Sen eşeğe binmişsin de, ondan bundan;"Eşek nerede?" diye soruyorsun.

Mefa'îlün, Mefa'îlün, Pe'ulün
(c.1, 100)

• Ey dünyaya yeniden can veren güzel, gel, gel de, dünya işlerini çok iyi bilen ve kendini tamamıyla dünyaya veren aklı avare kıl, onu içten, güçten et!

• Ben, bir ok gibiyim, atmadıkça uçmam. Gel de yayını kur, beni bir daha at!

• Herkesten sakladığım ayıplarım, günahlarım, senin aşkın yüzünden yine meydana çıktı. Damdan, yani ötelerden, gökyüzünden başka bir kurtuluş merdiveni gönder de, onunla günahlarla gizlenmiş şu yeryüzünden kurtulayım. Yukarılara çıkayım, arınayım.

• Bana; "Dam, yani öteler hangi taraftadır?" diye soruyorlar. Öteler, canların bulunduğu tarafta, canı getirdikleri yerdedir.

• Öteler, bedenimiz her gece uykuya dalınca, rühların gittiği taraftadır. Sabah olunca, yine o taraftan gelir. Bedenimize girerek bizi uyandırırlar.

• Bahar mevsimi bile, zamanı gelince yeryüzüne ötelerden kalkar gelir Sabah da güneşle beraber ötelerden gökyüzüne ışık gönderir.

• Sen, zaman zaman bir şeyler ararsın, kurtuluş yolları düşünüyorsun, onu içinde hissedersin fakat bulamazsın, ondan bir nişan, bir iz bulamazsın Çünkü o, nişansızdır, izsizdir. Işte senin gönlüne bu duygular da hep ötelerden gelmektedir.

" Molla Camî hazretlerinin Türkçe'ye manzum olarak tercüme edilen şu kıt'ası, anlaşılması anlatılması zor olan bu beyti açıklamaktadır:

"Ben bilmez idim gizli ayan hep sen imişsin,
 Canlarda ve tenlerde nihayet hep sen imişsin, .
 Alemde nişan isteridim ben sana senden,
Gördüm ki bu alemde nişan hep sen imişsin."

• Zavallısın, boş yere neyi arıyorsun? Sanki sen eşeğe binmişsin de, şundan bundan; "Eşek nerede?" diye soruyorsun.



38. Gel, aklı sarhoş edelim, uyutalım.

Mefa'îlün, Mefa'îliin, Fe'ülün
(c.I. 101)

• Gel sevgilim gel; seninle, sevdayı da deliliği de yakıp yandıralım. îçki yerine her an kan dalgası içelim.

• Hayır kan dalgasını bırakalım da, cehennem alevlerini içelim. Mest olalım, kendimizden geçelim, kendimizden kurtulalım, yücelere çıkalım, gökkubbe-sini delip yırtalım, ötelere gidelim.

• Zevali olmayan şem'e, can ışığına gökyüzü yarar mı? Şem'-i can gökyüzüne ne yapsın? 0 gökyüzüne çıkabilir mi? Şu iki başaşağı gelmiş kandil gibi solgun ışıklar saçan güneş ile ay onun ne işine yarar.

"Bu beyitler bize Şeyh Galip hazretlerinin;

"Giydikleri afilab-ı numuz / İçtikleri şule-i cihan-suz." beyti ile; "Bir şulesi var ki. çem'-i canın / Fanüsuna sığmaz asumanın" beyitlerini hatırlatmıyormu?

 •Hırsızın elini kesmek adet değil midir? Gel sevgilim, biz de seninle Allah'ın hir lutfu olarak başımıza gelen gamı çalan o gam hırsızının elini keselim. Cünkü o, bizim pek zavallı olan hiç gücü kalmamış, yüzlerce defa zayıf düşmüş bulunan aklımızı da çaldı.

• Hıısızın elinden kurtardığımız akıl başımıza bela olmasın diye, ancak padisahların içtiği saf şarabı onun kadehine dökelim de, o hünerli aklı sarhoş edelim uyutalım.

• Onu uykuda bile rahat bırakmayalım. 0 hırsız, sarhoş olur olmaz onu sopa çekelim, dayak atalım. Çünkü o çok hileler bilir, çok büyüler yapar ve bizi hak yolundan alıkor.

• Gerçi o pek kurnazdır, cin fikirlidir. Hilecilerin ustasıdır. Ama o, zamanımız insanlaıının hilelerini ne bilecek? Çünkü, zamanımızda, insan şekline giımiş şeytanlar aramızda dolaşmaktadır.

• Dayak attığıınız aklı kendi haline bırakmayalım, bu defa onu başka türlü bir şarapla öyle sarhoç edelim ki, öyle kendinden geçirelim ki, kendine gelince, bulunduğu yere nereden, hangi yoldan geldiğini biiemezsin.



39. Biz dünyada senden başka güzel göremiyoruz.

Mefülü. Mefa'îlün, Fc-ulün
 (c. I. 114)

•Sevgili, gönlümde yalnız sen varsın, senden başkası benim için keıpiç gibi, taç gibidir, kaya gibidir.

• Dünyada her aşık, kendine bir güzel seçmiştir. Ona gönül vermiştir. Ama biz zaten dünyada senden başka bir güzel göremiyoruz.

• Ey can; eğer senden başka bir ay yüzlü olsaydı, onu gözümüz görmezdi  Senden başkasını da biz kıskanmayız.

• Ey insanlar; tek ondan, onun güzelliğinden bahsetmeyin de, ondan başka dünyadaki bütün güzeller sizin olsun gözüm yok.

• Güzeller güzelini, pek büyük ve eşsiz varlığı manen hisseden kişi gelip geçici güzelliği bulunan, fanî olan güzellere nasıl olur da gönül verir?

• Allah'ın lütfunu ümit eden kişi, o lütuftan başka hiçbir şeye gönül bağlamaz



40. Seni görmediğimiz halde, nasıl oluyor da seni seviyoruz?

Mef'ulü, Mefa'îlün, Fe'uliin
 (c.l, 115)

• Ey can! Ey bütün canlann, can oluşuna sebep olan, ey canlara kanat verip, onları ötelere uçuran azîz varlık!

• Seninle beraber olunca ziyandan korkulur mu? Ey bütün ziyanları kara döndüren sevgili!

• Ey elimize çalışma anahtarı veren ve onunla bütün dünya kapılarını açtıran dost!

• Sen bizim aramızda, bizim gönlümüzde değilsen, o çalışma gücünü bize vermiyorsan, biz ne sebeple dünya işlerine kendimizi vermişiz, didinip duruyoruz?

• Nişanı, izi olmayan, kadehsiz sunulan şarabı içmemiş olsaydık, bu nişanlar, belirtiler, bu duygular, bu sezişler nereden gelecekti?

• Allah'ım, sen bizim vehmimizin, şüphelerimizin dışındasın, ama, bu şüpheleri, bu vehimleri veren kimdir?

•Sen dünyamızdan gizliysen, gözümüze görünmüyorsan, etrafımızda gördüğümüz güzellerin güzelliklerin, güzel eserlerin yaratıcısı olduğun için sana karşı duyduğumuz hayranlık duygusunu kimin yüzünden hissediyoruz? görmediğirniz halde neden seni seviyoruz? Ey yok gibi görünen azîz varlık!. biz birer gölge varlığız, biz yokuz; var olan, eserleri ile kendini hissettiren ebedî ve sonsuz varlık sensin!

41. Ölüm buraya yol bulup gelemez!

Mef'ulii, Mefa'îlün, Fe'ulün
(c.I, 118)

• Ay yüzlü sevgili, burada bize vefalı oldu, cefa etmedi. Bu yüzden ben burayı bırakıp asla başka yere gidemem.

• Can, hayatın ne olduğunu, yaşamanın zevkini burada tattı.

• Ayağımız balçığa burada saplanıp kaldı. Ayağımızı buradan nasıl kurtarabilıriz?

• Yemin ederim ki, biz buraya gönül verdik, Allah'ım buradan kimseyi sürüp çıkarma

•Ölüm buraya yol bulup gelemez. Asıl ölüm, buradan ayrı düşmektir.

• Sen güneş gibi buradan doğdun, burada, sen bizi aydınlattın, nürlara gark ettin. ben burayı nasıl bırakır giderim.

• Can, burada neşeli, şad, mutlu, ter ü taze bir hale gelir. Ölümsüzlüğü can, burada bulur.

•Bir kerre daha örtüyü kaldır, güzelliğini bize göster! Bir kere daha burada doğ.

• Zevalsizlik şarabı buradadır; ey sakî, o şarabı kadehlerimize burada dök!

• Burada akan şu çeşme, ab-ı hayat çeşmesidir. Ey sakî su kabını burada doldur!

• Gönüller burada kol kanat buldu, ötelere yükseldi. Akıl da havalandı.



42. Sevgilinin yüzü.

Mefulü, Mefa'iliin, Fe'uliin
(c.I, 122)

• Gül bahçesine benzeyen, güzel yüzünü gördüm. însanı büyüleyen o yüz, nurun kaynağı, nurun nüru gibi parlaktı.

• 0 yüz, can kıblesi idi, canların secde ettikleri yerdi. 0 yüze bakınca insan, kendini emniyette hissediyor. îfade edilmez manevî zevkler, safalar dııyuyordu.

• Bu hali görünce gönül coştu da; "0 yüze canımı vereyim, o yüze canını kurban olsun, onun uğrunda varlığımı, benliğimi feda edeyim." dedi.

• Can da heyecana kapıldı, sema'a, dönmeğe başladı. 0 hem dönüyor, hem de durmadan ellerini çırpıyordu.

• Akıl ise, oraya geldi. Bu durumu görünce; "Ben bu tali'i, bu yüce mutlu' luğu nasıl anlatayım; nasıl öveyim? Bu güzellikler karşısında ben aciz kalıyorum, bir şey söyleyemeyeceğim, susacağım." dedi.

• Sevgilinin yüzünün gül bahçesinden gelen koku, ihtiyarlıktan beli ikiye bükülmüş her boyu, selvi boylu yapıyordu.
•Aşk çok güçlüdür, her şeyi değiştirir, Ermeni'yi bile Türk yapıverir.

• Ey can; sen güzelliğin tesiri ile, canlar canına ulaştın, ey beden; sen de eridin, yok oldun, bedenlikten çıktın can oldun...bütün güzelleri, güzellikleri yaratan büyük yaratıcıyı, o eşsiz, benzersiz, tek olan azîz varlığı bulmak istiyorsan gönül evine gir, gönülde oturmayı adet edin; çünkü o göklere, yerlere sığmadı, geldi gönle girdi.

• Güzellerden, güzelliklerden duyulan manevî zevki, gönülde ara, dışarıda arama. Şunu bil ki, o lezzetli ölümsüzlük şarabını da, ancak gönül evinde inzivaya çekilmiş kişiye sunarlar.

• Sus, susma zevkine var, susma hünerini elde et, edebiyat yapma, hünerlerle dolu lafları bırak!

• Bırak da, imanını, inancını gönlünde sakla! Çünkü gönül, aynı zamanda iman yurdudur.



43. Ey insan, talihlisin, Allah seni çok seviyor, başkalarna vermediğini sana vermiş.

Mef'ulii, Mefa'ilün, Pe'uliin
(c.I, 120)

• Ne zamana kadar, imansızlığa doğru geri gideceksin? Küfre varma, ileriye gel artık, dine, imana gel.

• Sen zehri şifalı bir şerbet gibi gör; bu yüzden zehre sarıl! Sonunda sen, nereden geldiğini düşün de aslının aslına gel!

• Maddî varlığınla, bedeninle yeryüzüne bağlısın, burada dünyaya geldin doğdun. Burada yiyor, içiyor, dolaşıyorsun. Fakat sen, yeryüzünde yaşıyorsun, ama mana bakımından gökyüzünde yaşayanlardansın. Gerçek inancın incilerinin dizildiği iplik gibisin. Bütün güzellikler, hoşluklar, üstünlükler sende mevcuttur.

• Hakk'ın nür mahzeni sana verilmiş, sana emanet edilmiştir. Sen, ne olduğunu nereden geldiğini düşün de, aslının aslına gel!

• Kendinden, kendi maddî variığından, bedene ait nefsanî arzulardan kurtulmadan, kendini, kendi gerçek varlığını bulamazsın. Bu yüzden kendinden geçersen, kendi maddî varlığından kurtulmuş olursun.

• 0 zaman yeryüzünde senin için kurulmuş olan, şehvet, hiddet, şöhret gibi binlerce tuzaktan sıçramış, kurtulmuş olursun. Aklını başına al da nereden geldiğini düşün, aslının aslına gel!

• Sen, padişahlar padişahının halîfesi Hz. Adem soyundan geldin. Günahlarla, kötülüklerle, zulümle dolu şu kirli dünyada gözünü açtın.

• Sen nereden geldiğini, nereye gideceğini düşünmüyorsun da, şu dünya hayatından memnün, pek neşeli görünüyorsun. Yazıklar olsun sana! Aklını başına al da, şu alçak dünyaya gönül verme, aslının aslına gel!

• Sen, her ne kadar bu dünyanın zübdesi, özü, tılsımıysan da, şen içyüzünle çok kıymetli paha biçilmez bir madensin.

• Mezarda toprakla dolacak olan şu iki baş gözünü kapa; gizli olan gönül gözünü aç, hakîkati gör de aslının aslına gel!

• Celal sahibinin kulusun, çok talihlisin. Allah, seni çok seviyor, sana iltimas etmiş, başkalarına vermediğini sana vermiş.

• Dünya malına tapıyorsun, çok zengin olmanın yollarını arıyorsun. Şehvet ve şöhret peşinde koşuyorsun. Yüksek mevkîlere çıkmak, baş olmak, ona buna hükmetmek istiyorsun. Istediğini elde edemediğin zaman, yahut elde ettıgini kaybedince üzülüyorsun, harap oluyorsun. Bu hal, bu didinme, bu sızlanrna bu inleme, bu gözyaşları ne vakte kadar sürecek? îçine düştüğün acıklı halı anla da, aslının aslına gel!

• Sen, sert, kaba kayalar arasında bir la'lsin. Ama biz seni anlayamıyoruz. Senin değerini bilemiyoruz. Ne zamana kadar bizi yanıltacaksın?

• Ey dost; gizleniyor sandığın senin gözüne apaçık görünmede ama sen idrak edemiyorsun. Aklını başına al da hakîkati gör ve aslının aslına gel!

• İşte Tebrizli Şems, o hakîkat padişahı karşısında sana ölümsüzlük şarabıyla dolu bir kadeh sunuyor.

•Sübhanallah, ne de saf şarap, hiç tereddüt etmeden o şarabı al, iç de aslının aslınagel!

 "Bu şiirin aslı gazel deyil de murabba-ı mükerrere; dördüncü mısraları tekrarlanan 8 dörtlükten ibaret nazım şekli" Fuzulinin "Perîşan halin oldum sormadın hal-i perîşanım" mısrasıyla" başlayan murabba şeklinde  Fuzulî'nin murabbaında tekrarlanan dördüncü mısra;" Gözüm  canım, efendim, sevdiğim, devletlü sultanım."



 44. Ey zamanenin Nuh'u! Şu demir atmış tabiat gemisini yürüt de, ezilenleri kurtar!

Mef'ulü, Mefa'iliin, Fe'Olün
(c.I, 129)

• Senin gönlünü kazanmak isteyenin gönlünü kırma, artık cefa yolunda yürümekten vazgeç!

• Ey gonül, beni fazla üzerek zayıflatma, bana acı! Ben aşk kurbanı olmak istiyorurn. Şerîatte zayıf hayvanı kurban etmek istemezler

.•Ben" senın mahmürunum. 0 cevher gibi parlayan saf şarab kadehini bana ver

•Bana bir nasiihatta bulun, o mahmür bir nergis gibi olan gözlerini savaşa deyil barışa çağır, savaşla bir şey elde edilemez.

•Büyüçü hintliler gibi bakışları ile insanları büyüleyen gözlerine emir ver,..büyücülüğü pek ileri götürmesinler.

• Aşık altı kapılı, yani altı yönlü dünya hapishanesine düştü. Bu hapishanenin kapısını kır da aşıkı kurtar!

• Ey aşk, kardeşincesine yakına gel, bize candan gönülden yaklaş! Yabancılar gibi uzaktan selamı bırak!

• Ey can sakîsi! Hakk kapısında şarap sunarken haksızlık yapma, kardeslilkhakkını gözet!

• Ey zamanenin Nuh'u, şu demir atmış tabiat gemisini artık yürüt, yürüt de şu haksızlıklaıla dolu, zulümle dolu dünyada ezilen, huzursuz olan Hakk aşıklarını, imanlı kişileri, hadiselerin tufanında boğulmaktan kurtar!

• Ey Hz. Mustafa'nın varisi olan velî, imanlarını kaybetmiş olanları, imana getirmek için o büyük kevser kadehini döndür!

• Senin Sur'un ne zaman üfürüleceğinden haberin vardır. Haydi zamanı geldi. Paygamberlik dudağını aç, Sür'u üfür! Üfür de ölmüş kalmış gönülleri dirilt!



45. 0 şarabı sun da sakî, sen bizi değil canımızı mest et!

Mef'ulii, Mefa'iliin, Fe'ülün
(c.I, 124)

• Sakî, üzümden yapılmayan, insanı anlatılamaz bir şekilde mest eden "imkansızlık şarabı"nı, nişansız, izsiz olan, ne olduğu bir türlü bilinemeyenin adın' dan bir nişan olarak, onun adı ile anılan "ilahî çarabı";

• Birbiri üstüne çokça sun! Çünkü sen, o şarapla canımıza can katıyorsun O şarabla, sen, bizi değil canımızı mest et, mest et de canımız, kendini tamamıyla bizden kurtarsın, ötelere gitsin

• Ey saki; her saki o ilahî şarabı sunamaz, sen, gel de sakilere, hakîkatevhanesinde sakilik nasıl olurmuş göster!

• Ey Hakk aşığı, gel, o şaraptan iç de taşın gönlünden, kaynak gibi coş! bedenin de canın da testilerini kır! Çünkü o şarabın kadehe de testiye de ihtiyacı yoktur. 0 şarap kadehsiz sunulmaktadır.

• Şarap aşıklarına neşe ver, zevk ver, midelerine düşkün olanları, ekmek isteyenleri de, şarap içmedikleri için hasrete düşür, ekmeksiz bırak!

• Ekmek, beden hapishanesinin yıkılan yerlerini tamir eder. Çünkü o, beden mimarıdır. Halbüki şarap, can bahçelerine yağan ilahî bir yağmurdur. 0 can bitirir. Can yetiştirir.

• Ben, bedenleri besleyen yeryüzü sofrasının üstünü örttüm. Ey saki, sen gökyüzü sofrası kur! Gök şarabı küpünün kapağını aç, Hakk aşıklarına durmadan birbiri üstüne şarap sun!

• Ey Hakk aşığı, sen de, insanlann ayıplarını gören iki gözü kapa da, öteki alemi (=gayb alemi) gören gönül gözlerini aç!

• Gönül gözlerini aç da ne mescit kalsın, ne de puthane. Bunu da tanımayalım, onu da tanımayalım. Yalnız O'nu arayalım, yalnız O'nu tanıyalım.

• Artık sus! 0 susma dünyası, bu dünyayı seslerle doldurur. Ama o sesleri  duyan kulak nerede?



46. Güneş de, güneş gibi binlercesi de sana hasret çekmektedir.

Mef'ulü, Mefa'ilün, Fe'üliin
 (c.I, 125)

 • Dedın ki:"Sen bizim üstümüze bir dost seçtin!" Aman bu sözü bir daha söyleme, böyle bir şey asla olamaz,

• Sen, bizim muhtaç olduğumuz şeyi gör! Delil getirmeye kalkışma, vereceğini yarına bırakma, hemen peşin ver!

•Ey  hurma ağacı; beni bırak da senin gölgende bir güzelce uyuyayım.

• Ey aşık, helvanın içinde bal ile şeker nasıl birbirleri ile birleşirse, sen de gönlümde, gönlüm ile öyle birleştin.

• Elim, güneşe erişmese bile, sen benim güneşimsin. Hiç olmazsa bana, uzaklardan olsun görün!

• Güneş de, güneş gibi binlercesi de sana hasret çekmede, seni istemede!



47. Benlik dikenlerini gönlün ayağından çıkar da içindeki gül bahçelerini seyret!

Fa'ilatün, Pa'ilatün, Fa'ilatün, Fa'ilat
(c.I, 132)

• Aşkın gül bahçeleri kan perdeleri arasında olduğu için, ölümü göze almayan, oraya varamaz. Bu sebepledir ki, ne olduğuna akıl erdirilemeyenin aşkı-nın güzelliği ile, aşıkların çok işleri vardır. Gerçekten de Hakk'ın aşkının güzelliğini kim kolayca görebilir? Bu yüzden Hakk aşıklarının çok imtihanlar vermeleri gerekmektedir.

• Akıl der ki: "Varlık aleminin altı tarafı da manilerle, engellerle çevrilmiştir'  bu engelleri aşarak dışan çıkmaya yol yoktur!" Aşk akla der ki: "Sen aldanırsın. Yol vardır, ben, defalarca o yolu aştım, dışarı çıktım."

• Akıl bir pazar gördü de, orada pazarlığa, alış verişe girişti. Halbuki aşk, akıl pazarlannın ötesinde de nice pazarlar gördü.

• Nice gizli Mansurlar aşkın canına güvendiler de kürsüleri, minberleri bıraktılar, dar ağacına çıktılar. ;

• Mansur şarabı içen aşıkların, iç alemlerinde inkarlar vardır. Gönülleri kararmış akıllıların ise, iç alemlerinde inkarlar vardır.

• Akıl diyor ki; "Yokluğa ayak atma ki, orada dikenler vardır." Aşk ise "Dikenler orada değil, dikenler sende, senin içindedir!" diyor.

• Kendine gel, sus da varlık, benlik dikenlerini gönlün ayağından çıkar;içindeki gül bahçelerini seyret!

• Ey Tebrizli Şems! Sen, harf bulutu altında gizlenmiş bir güneşsin. Senin güneşin doğunca, sözler yok olur, dağılır, gider.



48. Meyve zamanında bahçeye gel de, yüzlerce Hallac'ı darağacında asılı gör!

Fa'ilatün, Fa'ilatün, Fa'ilatün, Fa'ilat
(c. 1, 133)

• Senin aşkının gamzesi, bakışı taç, taht sahibi bir padişaha bile bir arpa kadar değer vermez. Bir ihtiyaç sahibini, aşka susamış birini görünce onu gönlüne alır.

• Aşık, sevgilinin ayakları altına atlaslar, ağır ipekli kumaşlar döşemek için ciğerinin kanı ile atlas yaygılar, ipek kumaşlar dokur.

• Aşk, güzellik padişahının damına çıkılacak bir merdivendir. Sen gel de Miraç hikayesini aşığın yüzünden oku!

"Mirac hikayesi, Elmalılı Merhumun tefsirinin 3151. sayfasında geçen şu beyti hatırlattı: Renk aleminden mücerret olan Mi'rac hikayesini, ben bî-dile, yani vecde müstağrak olmuş b ayılmış olan bana sorma. Katre derya oldu. Bilmem ki, peygamber ne oldu? Ancak bu makam tefekkür edilirken hulul ve imtihan şaibelerinden sakınmak  tenzihinden asla gaflet etmemek gerek."

 • Meyve, nasıl ağaçta biter, olgunlaşırsa, aşık da asılma ile, ölümle yaşar. 0nun ıçın meyve zamanında bahçeye gel de yüzlerce Hallac'ı darağacında asılmış gör

 "Muhakkak ki, ölümde hayat vardır." Hallacde böyle söylemişti."

• Aşk, gönül şehrini her zaman yağma eder durur da aşık onun için dağınık, sözler söyler.



49. Siz yoksanız, içtiğim şarabın neşesi de, zevki de olmasın!

Fa'ilatün, Fa'ilatiin, Fa'ilatün, Fa'ilat
 (c.I, 138)

• Siz olmadıktan sonra yüzümüze altın dalgası vurulsun, sararıp solalım. Siz olmadıktan sonra gönül denizinin dibinde inci de olmasın.

• Neşe bahçesinde yetişen ağaçların dalları çok kuvvetli, yeşil yapraklarla süslenmiş, ter ü taze. Fakat siz olmazsanız, dallar kurusun, yeşermesin.

• Gönül devlet kuşu, size gölge düşüreceği yerde geldi, gölgenize sığındı, orada karar kıldı. Fakat siz olmazsanız, o, ateşler içine düşsün, yansın.

• Elest şarabını içtikten sonra, yüz binlerce can, kendinden geçti, feda olu. gitti. Akıl diyor ki: Siz yoksanız başımda o şarabın neşesi de, zevki de olmasın

• Güzel yüzünü hemen görmem için, gözümde nurdan yüz tane kanat var' Siz olmazsanız, iki gözümde de yüz değil tek bir kanat bile olmasın



50. Canımızın gül bahçesi, sizsiz gül bitirmesin!

Fa'ilatün, Fa'ilatün, Fa'ilatün, Fa'ilSt
(c.1, 140)

• Siz bulunmadıkça dünyada derdimize derman bulunmasın. Siz olmazsanız .ölüm gelsin, bizi bulsun. Sizsiz hayatı ben ne yapayım? Sizsiz can da olmasın,istemem.
• Açıkların gönülleri; sizden başka hiç kimse aydınlanmasın, nurlanmasın. Canımız1gül bahçesi, sizsiz gül bitmesin, bitmiş olan gülleri de sizsiz gülmesin kokmasın.

• Akıl görünmez gizli bir padişahtır, Gökyüzü de, sanki onun çadırıdır. Siz olmayınca bu padişahın tacı da olmasın, tahtı da, çadırı da!

• Askı, aşıklara şarap dağıtırken gördüm de ona dedim ki: "Sevgili olmadıktan sonra şarap ne işe yarar? Canımız şarabı da, sakiyi de görmesin."

• Sevgilim, ölü canlara :siz Hz. îsa'nın nefesi gibisiniz. îstediğiniz zaman onları diriltebilirsiniz. Fakat siz yoksanız hiçbir şey olmasın. Ne saltanat olsun, ne Mısır olsun, ne de Yusuf-ı Kenan...

• Biz bugün Şemseddin'in aşkı ile pek hoşuz, yüzümü altın gibi sararttım, dedim ki: "Sevgili olmadıktan sonra dünyada altın madenleri de olmasın."

 

 51. Bir gül bahçesine benzeyen yüzün ebedî olarak ter ü taze kalsın.

Fa'ilatün, Fa'ilatün, Fa'ilatiin, Fa'ilat
(c. I, 139)

• Ey bızim canımıza rahat ve huzur veren sevgili; bedenin hastalık görmesin,bütün hastalıklar senden uzak olsun. Ey bizim gören gözümüz, kem göz de senden uzak olsun.

• Ey ay yüzlü sevgili senin sıhhatin, yalnız bedeninin sıhhati değildir. Canın cihanın da sıhhatidir. Sen, hasta olursan, can da, cihan da hasta olur. Ey ayüzlüm. bedenin sıhhatte olsun

• Ey bedeni cana benzeyen, can gibi olan sevgili, bedenin afiyette olsun.iyilik gölgen başımızdan eksik olmasın.

• Bir gül bahcesine benzeyen yüzün ebedî olarak ter ü taze kalsın. Çünkü orası gönlün dolaştığı yerdir. Bizim çayırımızdır, bizim ovamızdır.

• Hastalık, senin güzel bedenine gelmesin de bizim canımıza gelsin; gelsin de bizim canımız senin hastalığınla akıllansın.



52. Sen gelince, bedenimin her zerresi neşelenir.

Fa'ilatiin, Fa'ilatiin, Fa'ilatün, Fa'ilat
(c.1, 141)

• Bütün dostların taş gibi değersizdir de, sen neden mercan gibisin? Gök hepsine karşı beden gibidir de, seninle canlanır, hayat bulur; bu neden böyle oluyor?

• Sen geldiğin zaman bedenimin her zerresi neşelenir, heyecana kapılır, el çırpmaya başlar. Fakat sen gidince de hepsi ağlamaya, feryat etmeye başlar;, bu neden böyle oluyor?

• Hayalin gönlüme gelince, bedenimin her zerresinin dudağı güler, fakat sana düşman olanlara karşı da her zerrem diş olur, her zerrem diş bilemeğe başlar. Sevgilim bu neden böyle oluyor?

• Senin kaşın, gözün, senin yüzün ve yüzünde benin olmayınca, bu akıl ümmî olur, okumayı yazmayı unutur, bilmez olur. Fakat senin güzel yüzünün hatlarını görünce, yazıları okumaya başlar. Bu neden böyle oluyor?

• Bedenim, canıma; "Onun aşkını bırak, onun peşinde koşma!" der durur. Can da bedene der ki: "Ab-ı hayat kaynağından çekinmek akıl karı mıdır?" Bu neden böyle oluyor?

• Senin yüzünde peygamberin güzelliği, Allah'ın güzelliği var. Böyle olunca, can nasıl olur da sana iman etmez?



53. Dün gece bir yıldızla sana haber gönderdim.

Fa'ilatiin, Fa'ilatün, Fa'ilatün, Fa'ilat ft
 (c.I, 143)

• Dün gece bir yıldızla sana haber gönderdim. "Benden o ay yüzlü sevgiliye selamlar götür!" dedim.

• Secde ettim de, dedim ki: "Bu secde, göğsü güneş gibi parlayan o güzele, harareti ile taşları bile altına döndüren o sevgiliyedir."

• Göğsümü açtım ona, yaralarımı gösterdim. "Hiç acımayan, kan dökmekten zevk alan o sevgiliye durumumu anlat, benden haber ver!" dedim.

• Uyusun diye çocuğu beşikte nasıl sallarlarsa, ben de gönül çocuğum ağlamasın, sussun diye yerimde duramıyorum. Sağa, sola koşuyorum.

• Ey her an benim gibi, çaresiz kalmış, yüzlerce kişinin imdadına yetişen, çareler bulan sevgili, şu gönül çocuğuna süt ver de bizi sağa sola koşmaktan kurtar!

• Allah'ım; ağlayıp duran, sızlanan, zaman zaman feryat eden bu gönlün yeri, ötelerde, vuslat şehrinde idi. Bu zavallı gönlü daha ne kadar zamanellerde ağlatacak, inleteceksin?



54. Anaların rahimlerinde bulunan çocuklar bile senin lütfunla oynarlar.

Müstef'iliin, Fe'ülün, Müstef'ilün,
(c. 1186)

• Ey subaşı; o akan rahmet çeşmesini, ilahî çeşmeyi aç, aç da gönül bahçeleri uyansın, aşk çiçekleri gözlerini açsın. '

• Zaten senin pek güzel olan kara gözlerinin derin karanlığında ab-ı hayat gizlenmiştir. Bu sebepledir ki, senin göz bebeklerini gören gözler, oradan ab-ı hayat içtikleri için canlanmakta, büyümekte; adeta birer nür denizi kesilmektedir.

• Senin lutfun, ihsanın olmasa kimsecikler oynamaz. Dünyada görünen bütün varlıklar, insanlar, hayvanlar, balıklar, kuşlar, böcekler, gözümüzün gördüğü bütün zerreler senin lütfunla, senin aşkınla oynayıp durmaktalar. Hatta anaların rahimlerinde bulunan çocuklar bile, senin lütfunla oynarlar, sağa sola dönerler.

• Rahimde oynamak da nedir ki? Yoklukta oynamak da bir şey mi? Çocuk, yokluktan bu hale gelinceye kadar geçirdiği merhalelerde ne oyunlar oynadı. Mezarlardaki kemikler bile senin nürunla oynar dururlar.

• Dostlar bizi, dünya perdelerinde karagözler gibi çok oynattılar. Bu dünyada, çeşitli merhalelerde oynayıp durdunuz. Şimdi vakit geçirmeden, o hakîkat cihanında, öteki dünyadaki oyuna, oynamaya hazırlanın.

• Canlar, şu etten, kemikten yaratılmış bedenleri ile, kaba saba kalıplar içinde böyle oynarlarsa, o ağır beden yükünü attıklan zaman nasıl oynarlar, onların oyunlarını o zaman seyret!

• Doğmadan önce, daha ana rahminde iken, o daracık yerde canlandığımıza, can bağışlandığına şükretmek için, rahimlerin kara kilitlerinde çok tepındik oynadık.

• Hepimiz, bütün insanlar, oynaya oynaya şu bedava olan sayısız dünya nimetlerine şükretmek için Hakk'ın dergahından gelmiş süfîleriz. Hakk aşıklarıyız.

• Bize ikram edilen çeşit çeşit nimetlere yalnız şükretmek değil, can versen yerindedir. Zaten şu bol bol definelere karşı süfînin canının ne kıymeti var?

• Bütün canlılara, insanlara, hayvanlara, kuşlara, balıklara ikram edilen bu  umümî dünya sofrasında ikram edilen nimetlerin konduğu büyük kabın kapağı göktür. Bu sofranın ihtişamından, ikram edilen çeşitli yemeklerin nefıs oluşundan, tatlarından, kokularından, renklerinden, güzel oluşundan rıasıl bahsedeyim? Bu dilin harcı mı? Dilim dönmüyor, konuşamıyorum.
• Biz Hakk yoluna düşmüş süfîleriz. Biz padişahlar padişahının nimetlerini yiyenlerdeniz. Ya Rabbi! Bu kaseyi, bu sofrayı ebedî kıl, kı.yamete kadar yaşat.

"Bu beytin aslı mevlevîlerde yemekten sonra dua edilirken "gülbank"çekilirken okunur.

•Padisahlar padişahının kasesindeki nimetleri elde etmek için boş kaseden başka birşey getiremedin. Biz yoksul kişileriz. Amelimiz yok, ibadetimiz yok  Dilenciler gibi boş kaselerimizi o nimetlere uzatmaktan başka hünerimiz, karımız yok. Zaten her ham kişi de bu kaseyi, bu ekmeği elde edemez.

• 0 nimetlere dolu jase ile boş bulaşık, kirli bir kase arasında bir sineğe, ev sahibine usanç veren o mahluka göre ne fark vardır?

• Fakat insan olan kişi, yemediği, tatmadığı halde o nimetleri görüp bazı kere dilini ısırır, susar; bazı kere de ağzını açar. Onları bütün canlılara vereni metheder, över.



55. Hakk'ı araştırma yolları.

Miistef'ilün, Fe'üliin, Müstef'ilün, Fe'ülün
(c.I, 194)

•Bütün süretlerin, şekillerin, bütün güzelliklerin aslı, yaratıcısı olan güzeller güzelını manen bulmak istiyorum. Gördüğümüz görünüşlerde, güzelliklerde akışlarımızın kıblesi olan o sevgiliyi bulmak, onunla manen beraber olmak için bir çare düşündüm.

• Bu  düşüncemi herkesten gizledim. Çünkü; "Duvarın kulağı vardır" derler. daha yavaş söylemek gerek  Aklıma; "Sen dama çık!" dedim. "Uzaklara bak, yolları gözetle onun ne tarafta olduğunu anlamaya çalış!" Gönle de; "Kapıyı arkasından sürmele kimse haberim olmadan içeri girmesin, ben seninle baş başa kalmak istiyorum." dedim.

• Hakk'a karşı duyduğum sevgiyi çekemeyenler, pusuya yatmışlar, hep beni gözetliyorlar. Bir şey duyunca, birbirlerine söyleyecekler, dedikodu yapacaklar.

• Bu sırrı herkesten gizlediğim gibi, bedenimin zerrelerinden de gizliyorum Bedenimin zerreleri gizlidir, kendilerini göstermez ama, onlar birbirlerine düçmandır. Onlara sır söylemek olmaz. Ona dair bir şey mi söylemek istiyor. sun? Kuyunun dibine in, orada söyle, sonra o aradığın gizli sevgili ile tek başına buluşma zamanı olarak herkesin uykuda olduğu seher vaktini seç!

" Hz. Mevlana (k.s.) Dîvan-ı Kebîr'in bir başka beyitinde şöyle buyurur:

"Gönül kapısında otur, bekle, çünkü o kendini gözleyen sevgili, ya gece yarısı yahut seher vaktinde gelir." (Dîvan-ı Kebîr, c. II, 595)

• Ey can; sır çalmasından korktuğun düşmanın kendisi değil, hayali gönlüme uğramıştı da...

• Şu gönlümden gizli sözler duymuştu. Ne duyduysa gitti, düşmanlara okudu. Onların hepsini bir bir, teker teker, iyi kötü ne varsa onlara söyledi.

• Işte o günden beri biz düşmanlara dost olarak hakîkat yoluna düştük ve birbirimize söz verdik; "Sırrı gizleyelim, başımızı önümüze eğerek kimseye bir şey söylemeyelim." dedik.

• Bizler de insanız, aşk madeninin üstündeki kayalardan da aşağı değiliz ya! Külünk vurulmadan, yara almadan, ter dökmeden, maden, altınını hiç gösterir mi?

• Deniz bile kesesinin ağzını büzmüş, bağlamış, yüzünü ekşitmiş, suratını asmış oturuyor. "Ben inciyi ne vakit görmüştüm, benim inciden haberim bile yok!" diyor.



56. Bu dünya gurbetinde nasılsınız?

Mef'ulü, Fa'ilat, Mefa'îlü, Fa'ilat
 (c.I, 203)

•Neseli bahar! Bizim sevgilimiz geldi. Güllerle, çiçeklerle, şekerlerle, daha yüzlerce armağan ile ötelerden çıkageldi.

•Getirdiği armağanlarla kucağımızı dolduran sevgili bize diyor ki: "Bu dünya gurbetinde nasılsınız? Ne haldesiniz? Ezel aleminden bu fanî aleme gelmek için yollara düştünüz; yolculuk nasıl geçti? Bir çok menziller aldınız, zahmetlere katlandınız. Haydi kalkın, mutlu olduğumuz diyarımıza beraber geri dönelim."

• Bizim susuzluğumuz tulumla, küple, testiyle, kadehlerle giderilemez. Bizi güzelliğinizin, aşkınızın ırmağına doğru çekin, götürün.

• Bizi çeşmelerin başında oturan, güzelliği ile aklımızı başımızdan alan, mest eden, gönlü kararsız kılan o peri yüzlüye doğru çekin götürün. Götürün de sarhoş aklımız kendine gelsin, kararsız gönlümüz rahat etsin, huzura kavuşun.

"Fuzili merhumun oğlu olduğu sanılan bir şairimizin şu müstezadı Mevlana'nın bu beytine uygun düşüyor:

"Her dem perinin menzili virane gerektir,
Ya çeşmeler üstü.
Gönlüm gibi virane, gözüm gibi bulanma
Gel ey peri peyker!"

(Daima periler ya, yıkık yerlerde yahutta ceşmeler başında bulunurmuş, ey peri gibi güzel Ah gönlüm gibi harabî, gözüm gibi çeşmeyi nerede bulabilirsin?)

• Ay bizim gibi onun sevdasına kapıldı da, eridi görünmez oldu. Güneş de bize onun yüzünün parlaklığından bir hatıra, bir yadigar olarak kaldı. Kalbine onun ateşi düştüğü için bir yerde duramamakta, göklerde dolaşıp durmada, onun yüzünün nüru ile karanlık gecelerimizi gündüzlere çevirmektedir.

• Sen çok sarhoşsun, tamamıyla kendinden geçmişsin. Ama, gevşeklik etme, yıne de iç! Çünkü bizim şarabımız, bizim mahmurluğumuz her şeye değer. 0 şarap başka türlü bir şaraptır. Verdiği mahmurluk da başka türlü bir mahmurluktur.

• Güneş gibi parıl parıl parlayan, ateşle dopdolu olan kadehi hemen eline al! 0 ay yüzlünün yüzüne bakarak, güzelliğine hayran olarak iç, bir daha iç!

"Ahmet Haşim merhumun;"Ateş doludur, tutma yanarsın, Karşında şu gülgün piyale!"hatıra geldi.



57. Gönül, sözlerle dopdolu, fakat söylemeğe imkan yok!

Mefulü, Fa'ilat, Mefa'îlü, Fa'ilat
(c.I, 198)

• Ey aşk süfîleri, hırkalarınızı yırtınız! Güller bile seher vakti esen rüzgar saba rüzgarının tatlılığına dayanamazlar da yüzlerce elbiseler yırtarlar.

• Çünkü gül, sevgiliden ayrıldığı için dikene bağlanıp kalmamak tali'sizliğine uğradı. Hem sevgiliden ayrı düşmek, hem dikenin acılarına katlanmak, bu ilti dert yüzünden gülün sabrı, kararı kalmadı.

• Gayb aleminden biri göründü, yüz gösterdi. Bizi davet etti, sonra çekilip gitti. 0 görünür görünmez yolumuz kısaldı. "Ayağın bile yoksa, ayaksız olarak yürü git!" dedi.

• Ben de sustum, sonra kendim gülün arkasına düştüm. "Benden reyhana, laleye selam söyleyin, onlara saygılarımı arz edin!" dedi.

• Gönül sözlerle dopdolu, fakat söylemeye imkan yok. Ey sufîlerin canları, siz dudaklarınızı açın da, başımızdan geçenleri siz söyleyin! ""

• Onun henüz belirip meydana çıkmadığını, kendini göstermediğini siz söyleyin. Çünkü, geçmiş zamandan bahsetmek süfîlerin huyu değildir. "



58. Zor durumdayım, saçların gibi perişan bir haldeyim.

Fa'ilatün, Fa'ilatün, Fa'ilatün, Fa'ilat
 (c.I, 156)

•Ey gönlümün hevesleri, ey dileğim, isteğim, gel, gel, gel.

• Zor durumdayım, saçların gibi dağılmış perişan bir haldeyim. Ey benim zor işlerimi kolaylaştıran, ey benim dağınıklığımı düzelten, gel, gel, gel!

• Yoldan menzilden, konak yerinden hiç bahsetme, hiç bahsetme! Ey benim yolum, menzilim, gel, gel. gel!

• Yerden bir avuç toprak alıvermiştin, bir avuç toprak alıvermiştin, ben o toprağın içindeyim, gel, gel, gel!

• İyilikten kötülüğü ayırırım. Aralarındaki farkı bilirim, bilirim. Ben senin güzelliğini ne anlamışım, ne de bilmişim. Ben bundan gafilim, gel, gel, gel!

• Aklım, senin aşkınla yanıp yakılmasın! Aklımı tutuşturma, hiçbir şey bilmiyorurn. Ben zaten akıllı değilim, ne olur aklım, gel, gel, gel!

• Ey mana padişahı Salahaddin, hem ortadasın, apaçık görülüyorsun, hem de gizlisin. Ey benim şaşılacak şeyim, aslım, gel, gel, gel!



59. Onun güneş gibi ışık saçan yüzü, başka güzellerin güzelliğini söndürür.

Fa'ilat, Fa'ilatün, Fa-ilat, Fa'ilatiin
(c.I, 163)

•Ey dostlar, gidiniz, kaçmaya hazırlanan sevgilimi çekiniz, bana getiriniz!

• Tatlı teranelerle, parlak bahanelerle, o güzel ay yüzlü dilberi bizim eve doğru çekin, getirin!

• Eyer 0 gelmez de başka zaman gelirim derse inanmayın, çünkü, onun bütün vaatleri hiledir, vaatlerle sizi aldatır!

• O nun güzel konuşması sıcak nefesi çok tesirlidir. Büyü ile üfürerek suyu bile dugümler, havayı da bağlar.

• Sevgili kendi isteği ile neşeli olarak, kutlulukla eve gelirse, onun karşısına otur da onda onun yüzünde Hakk'ın güzelliğini, büyüklüğünü, sanatını, yaratma gücünü müşahede et, gör!

• Onun güzel yüzü parıldayınca, artık başka güzellerin güzelliği kalır mı O nun güneş gibi ışık saçan yüzü, başka güzellerin güzelliğini söndürür.



60. Hakka dönüş yolu.

Mefulii, Fa'ilat,Mefa'îlü, Fa'ilat
 (c.I, 200)

• "Şütür" kelimesinin Türkçe'de karşılığı "deve"dir. Onun arkasında koşup duran yavrusunun adı da ne olabilir? Ona da "deve yavrusu" derler.

• Bizler de kaza ve kaderin oğullarıyız. Herkesin anası kaza ve kaderdırHepimiz çocuklar gibi kaza ve kaderin peşinde koşup duruyoruz.

• Ondan süt emmekteyiz. Onun arkasında uçmadayız. 0 ister doğuya, isterse batıya kossun, isterse göğe yükselsin; biz hep onun peşindeyiz, onunla beraeriz

• Yolculuk davulu çalınıyor. Haydi, Hakk'ın inayetine, lütfuna güvenerek,O nun bizi koruyacağına emin olarak yola çıkalım.

• Şehirde de, çölde de, o ay yüzlünün, o güzelin yol arkadaşıyız. Canlar, o ay yüzlü sevgiliye kul olsun, köle olsun.0 can padişahının ruhları çekip götürdüğü yolun sonunda, son konağında neler var neler? Şehir de orada, ev bark da orada. Cenab-ı Hakk'ın "Gel!",, ruhları çağırdığı yer de orada, dünyada sürgün edildiğimiz yer de orada

.• Biz ona yöneldikten, orası bize kıble olduktan sonra yol kısalır, çöl kaybolur her tarafımız yeşilliklerle, selvilerle, bağlarla, bahçelerle dolar.

• Yolumuzu kesmek isteyen dağ bile saygı ile eğilir, yerlere serilir, bize yol verir. "Ey hakîkat madenine, aşk diyarına doğru yol alanlar, merhaba! Hoş geldiniz!" der.

• Yolumuzun kılavuzu, öncüsü o olunca, yol üstündeki taşlar, ayaklanmız incinmesin diye ipek gibi yumuşak bir hale gelir.

• Bedenin hakîkat yolunda topal oluşundan, gönlün de hızlı gidişindendir ki, Allah sırrı bedenden zuhür etmez de, onun vefası, mürüvveti hep gönülden belirir.

• 0 beden nerededir ki, can ile aynı renge bulanmıştır? Can padişahına su kesilmiştir, toprak olmuştur, balçık olmuştur da cana gönlünde yer vermiştir.

• Canlar bile böyle bir bedeni görünce şaşırıp kalırlar da; "Şu kara toprağa bak!" derler. "Bizi bile geçti. Padişah oldu, veli kesildi ve herkes kendine uydu.

• Bız bu balçıktan yaratılmış varlıktan bunu hiç ummuyorduk, kusurlarını görüp onu çekiştirip duruyorduk. Ey onda bunda kusur arayan kişi. Hiçbir insanı hor görme, hangi millette, hangi dinde olursa olsun, insanda, onun bir emaneti vardır. însan onun aynasıdır.

• Susuz topraklar, bizim yüzümüzden yeşersin. Çimenler bizim yüzümüzden bitsin  biz su gibi gülün içinde, reyhanın içinde gizlenerek yola düştük, akıp gidiyoruz.

• Toprak elsiz ayaksızdır Çok ıstırap çekmiştir. Ayak altında çiğnenmektedir bütün bunlara karşılık hiç şikayet etmez; susar oturur. Susuzluktan ciğeri kavrulduğu içindir ki, çaylar, dereler, ırmaklar ona acırlar da, hıç durmadan koşa koşa akar giderler.

•Bostanlar bıtkileri, çiçekleri bağırlarına basmışlardır. Onlara dadılık etmedeleronlara durmadan su vermedeler, onların yavrularına, bitki çocuklarına şefkatle bakmadalar.

• Işte bizi bu çekişler "can şehrinden" çekti, aldı, yüz binlerce menziller konaklara uğratarak bu alem-i fenaya, yani dünyaya getirdi.

• Biz bu dünyada yaşamaya başladığımızdan beri yine can şehrinden gizli açık elçiler gelmede; "Gel, yakınlarına dön, yakınlarına ulaş!" diye bizi çağırmakta.

• "Bu fanî dünyada yeni dostlar edindiniz, bizi bıraktmız, bizi unuttunuz. Bu dünya nimetleri ile oyalanıyorsunuz. Belki de durumunuzdan memnunsunuz Ama, biz sizsiz edemiyoruz. Halimiz hoş değil." diye elçiler can şehrinden böyle haberler getirmedeler.

• Ey hoca! Senin bu dünyadaki mahzunluğun, kederin, sebebini bir türlü bulamadığın iç sıkıntıların, senden evvel giden, seni özleyen dostlarının akrabalarının ah edişlerindendir. Hiç düşünmüyor musun? Bu dünyada kirme candan bağlandınsa, kimi dost edindinse seni bırakıp gitti.

• Üzülme, sus; şikayet de etme! Onların himmetleri, sevgileri seninledir, Senin belalardan, felaketlerden kurtulman da onların himmetlerinden, onların tesirlerindendir

   

71. Ey ölüler arasında yaşayan diri! Ölülerin kokusu seni rahatsız etmiyor mu?

Mef'ülü, Fa'ilat, Mefa'îlü, Fa'ilat
 (c.I, 197)


• Allah, kuluna; "Ey kulum!" diye buyuruyor; "Dön, yine kapımıza gel, kulağından gaflet pamuğunu çıkar da göklerden gelen; 'Haydi, artık orada durmayın gelin.' sesini duy!"

• Ey zavallı, ne zamana kadar, dünya dikenliğinde yalınayak koşup duracaksın? Biz, öteki alemde, gül bahçelerinin kapılarını senin için açtık.

• Canı ben yarattım ama, ona bir de dert verdim. Derdini veren, elbette onun dermanını da verir.

• Sana kapılarını açtığım gül bahçesi, öyle bir bahçedir ki, oradaki ağaçların dalları da, yaprakları da canlıdır. Birbirleri ile konuşur dururlar. Şunu iyi bil ki, her şey canlıdır. Canı olmayan bahçe, insanın hoşuna gitmez, insanın canına can katmaz.

"Yunus Emre hazretlerinin meşhur ilahisi hatıra geliyor:

"Şol cennetinırmakları
Akar Allah deyü deyu,
Çıkmış İslam bülbülleri,
Öter Allah deyü deyü."

 • Ey ölüler arasında yaşayan diri oğlu diri! Ölülerin kokusu ile nasılsın? Ne haldesin? Şu yaşayan ölüler, şu pis kokular, senin içini sıkmıyor mu? Seni iğrendirmiyor mu?

"Mutasavvıflara göre, hakk aşıkı olmıyanlar, yarattığı eserlere bakarak onun yaratma gücünü onun büyüklüğünü, hissetmiyen ona gönül vermeyen insanlar, bir ölü gibi yaşar.
Allah'a inanmıyan kişiler birer canlı cenazedir, dolaşırlar, yerler, içerler, nesil bırakırlar, fakat onlar aslında yaşayan
ölülerdir.

• Sen gaflet içinde yaşayan, karıncalar gibi kaynaşıp duran insan kalabalığının hepsini ölü sanma! Bu dünya da, öteki dünya da insana hayat veren ebedî ve ezelî dirilerle dopdolu. Fakat, onları görecek göz nerede? Sen şımdı, üç beş günlük bir hayata kanaat ederek, ebedî hayatı reddetme, bizden ayrılma!

•Zerreler sayısınca diri canların her biri, Allah'ın yarattığı şu sonsuz olan gokyuzunde güneşler gibi parlamada, dönüp durmada, ama, onları görecek goz nerede?

•Eskiden onlar da bizim gibi hakilatı göremeyen birer yarasaydı. Ama yaratanın lutfuyla, o yarasalar, birer güneş oldular.



73. Boy atan, mi'rac eden ağaçlar, sanki bahçelerde göklere merdiven koymuşlardır.

Müstef'ilün, Fe-ulün, Müstefiliin, Fe'ulün
 (c.I, 196)

• Güzel kokular yayan saçlarını dök, süfîlerin canlarını oynatmaya başla!

• Güneş de, ay da, yıldızlar da, gökyüzünde ilahî aşk ile dönmekte; adeti oynamaktadırlar. Üzerinde yaşadığımız dünya da dönmekte, oynamaktadır.Biz bunların ortasındayız. Haydi, şu ortadakileri de oynat!

• Lütfedip şu çalıp çağırışın yok mu, en aşağı bir nağmesi, gökyüzü sufîsini döndürüp oynatmaya başlatır.

• Koşa koşa şarkılar söyleyerek, güzel kokular yayarak gelen, ilkbahar rüzgarı soğuk havaları kovar, dünyayı neşelendirir, güldürür.

• Onun getirdiği sevgi havası ile bir çok yılanlar birbirine yar olur. Gül dikenle barışır, dost olur. Allah'ın lütfu, ihsanı bahçeyi güllerle, çiçeklerle süsler ihtişamlı bir padişah haline getirir.

• Her an bahçeden, elçi gibi bir hoş koku gelir de; "Ne duruyorsunuz, ılkbahar geldi, dostları bahçeye çağırın!" diye seslenir.

• Bahçe, içten içe yürür gider, yol alır da sana der ki: "Sen de, içten içe yol al Sen de içine in, in de canına can gelsin!

• Zamanı gelince, gonca açılır, selvi ağacına süsenin sırrını söyler. Lale de söğüt ağacı ile erguvana müjdeli haberler verir.

• Her fidanın sırrı dipten baş verir, yücelir. Göklere doğru yükselen, boy mi'rac eden ağaçlar, sanki bahçelerde göklere merdivenler koymuştur Duygulu insanları mi'raca davet etmektedirler.

•Kuslar ve bülbüller dallara konmuşlar da bekçilik ederler. Bu bekçilerin ,maaşı da Allah'ın gizli hazinesinden verilir.

•Şu yapraklar dillere, meyveler de gönüllere benzerler. Gönüller yüz gösterince diller çözülür de, aşk hakkında anlamlı sözler söylerler.



74. Sen, kokuya, renge takılıp kalmışsın, onların esiri olmuşsun.

Fe'ilatü, Fa'ilatiin, Fe'ilatü, Fa'ilatün
(c.I, 165)



• Seher vakti içtiğin şarap, sana tesir etmediyse, ben sana başka türlü bir şarap vereyim; onu iç. Benim şarabım gerçekten de acayip bir şaraptır. Bir kıyamet gibidir. însanı diriltir.

•Daha ilk kadehi içer içmez, nereleri gezersin? Neler görürsün? Neler..îkıncı kadehten Allah'a sığınırız. Üçüncü kadehi içince ne olacağını söyleyemem.

• Ne gam kalır, ne iş güç kalır. Herkes yerlere yıkılır, ondan sonra da sizi alırlar, nereye çeker götürürler, Allah bilir!

•Sen kokuya, renge takılıp kalmışsın. Onların esiri olmuşsun; taşa, taştaki resme benziyorsun Şu taşın kalbinden, kaynak suyu gibi kayna da, fışkırarak çık.

•Hele ey kerem sahibi saki! 0 kırmızı şarabı sun da öyle bir hale geleyim ki,cekinmeden korkmadan senden, senin güzelliğinden bahsedeyim.

•O büyük kadehi bana, kendi kuluna sun da, onun mahmurluğuyla nasıl başımı, yukarılara daldırmışım, seyret!

•Ötelerden beni bir lrmak edib akıttığın yere bakıyorum. Zaten, o ırmak, denizden akıp gelmişti. Şimdi de geldiği yere; denize doğru akıyor.



75. Aklını başına al da sen can ile arkadaş ol!

Mefa'îlün, Fe'ilatün, Mefa'îliin, Fa'ilün
(c.I, 288)

• Dostu dosta götüreni, melekleri gökyüzünden yeryüzüne indireni getir!

• Her gece, Hz. Muhammed (s.a.v.) gibi Mi'raca çıkmak için aşk burağına eğer vuranı getir!

• Aklını başına al da, sen canla arkadaş ol, onunla düş kalk, onun huzurunda otur! Çünkü her oturuşta, biraz daha onun huylannı, sıfatlarını elde edersin.

• Sakisi rüh olan sonsuzluk aşk şarabını alır çekersin, çekince de kendinden geçersin, öyle bir hal alırsın ki,

• Hakk yolu yolcusuna; "Git de canla oynama huyunu pervaneden öğren!" dersin. Çünkü o, seni din mumunun ateşine çağırmaktadır.

" Şeyh Sa'di hazretlerinin şu kıt'ası hatıra geldi:
"Ey bülbül aşkı pervaneden öğren! Yandı, can verdi de sesi çıkmadı. Benlik peşınde bu sahte aşıklar, Allah'ı istemekten habersizdirler. Çünkü ona kasuşup haberi olanlardan da bir haber gelmedi."

• Allah'ın vahyi geldi. Can kulağınızı açın da onu duyun. Çünkü mana kulağı açık olan kişiye, Allah hakîkati gören göz ihsan eder.

•Dostun gönle gelen hayali sana buluşma müjdesini verir. 0 hayal, o zan seni alır: yakîne, tam inanca çeker götürür.

•Sen düştüğün şüphe kuyusunda Yüsuf gibisin. Dostun hayali de sanki bir iptir sen o ipe sıkıca tutunup çıkarsan kendini yücelerde, göklerin üstünde bulursun.

•Buluşma günü aklın başında kalabilirse sana der ki; "Ben, sana nefsanî arzularını ayak altına al!" dememiş miydim? îşte dediğim gibi oldu; nefsi terk ettin de dostu buldun.

• Eğer sen, insan gibi yaşarsan, doğru bir kişi olursan, can buluşma evine girer. Eğer eğri bir kişiysen, seni atlaslara, giyinmeye, kuşanmaya çeker götürür.

• Dünya hayatında başına gelen belalara, cefa dikenlerine katlan! Çünkü çektiğin acılar, sıkıntılar seni dikenlerden alır da güllere kavuşturur. Reyhanların, yaseminlerin bulunduğu bahçeye çeker götürür.

•Dost uğruna düşmanların lanetini, hakaretini, küfürlerini şerbet gibi iç! Çünkü bu lanetler, hakaretler, küfürler, seni lütuflara, senalara, aferinlere manevî derecelere ulaştırır.

"Eşref oğlu Rümî hazretleri de şöyle buyurmuş:

"Eşrefoğlu Rumî yari sevenlerin budur karı,
0l dost için ağuları şeker gibi yutmak gerek."



76. Deniz kenarına git de, denize;
"Ey deniz, coşma, dalgalanma!" de, deniz seni dinler mi?

Mefa'îlün, Fa'ilatiin, Mefa'îliin, Fa'ilün
 (c.I, 227)

• Temiz canına yemin ederim ki; ben sabredemiyorum. Sensiz yapamıyorum. Ey azîz dost, ey cömertlik, ihsan ve vefa madeni, artık gel!

• Sabrın yeri mi var? Sabır nedir ki: Sabır Kaf dağı da olsa, ayrılık günesi ile erir yok olur gider.

• İster bana inan, ister inanma da; "îş böyle değil!" de! Vefanın tertemiz üzerine yemin ederim ki: "Ben senin aşkında vefalıyım."

• Eğer sana karşı duyduğum derin sevgi hakkında çok konuştumsa, sözüm uzayıp gittiyse beni kınamayın; belki halimi anlarsınız, insafa gelirsiniz, acırsınız diye söylenip duruyorum.

• Benim içimde sevgi tenceresini kaynatan bir harlı ateş var ki; o ateş, gökyüzüne düşse, gökyüzünün tavanını bile yakar, delik deşik eder, çökertir.

• Gökyüzü tavanına, yüzyıllardan beri, güneşten ve onun ateşinden bir zarar gelmemiştir, güneş onu karartmamıştır. Ama, gök benim ateşime dayanamaz.

• Dertli varlığımdan öyle bir kan ırmağı akmaktadır ki, onun nereden nereye aktığından benim bile haberim yok.

• Irmağa; "Ey ırmak akma!" mı diyeyim? Onunla nasıl başa çıkılır? Haydi, sen deniz kenarına git de, denize; "Ey deniz, coşma, dalgalanma, köpürme!" de;deniz seni dinler mi?



77. Dilerim, sevgilinin bana verdiği gamın biri, bin olsun!

Fe'ilat, Fa'ilatün, Fe'ilat, Fa'ilatiin
 (c. 1, 166)

• 0 bir çimendir. Kıyamete kadar onun gülleri açılsın, solmasın. 0 bır eşsiz güzeldir. îki dünya da onun yüzüne feda olsun.

• Güzellerin emîri, sabahleyin erkenden salına salına ava çıkıyor. Onun bakışlarının oklarına gönlümüz av olsun.

• Her an, onun güzel gözlerinden, benim iki gözüme bilsen ne haberler geliyor? Gözlerim, onun haberleri ile aydınlatılsın, mahmurlaştıkça mahmurlaşsın."

•Ben Onu görünce zahitlik kapısını kırdım. Günah işlemeye karar verdim. 0 bana inkisarda bulundu da; "Git!" dedi. Dilerim zamanın kararsızlıkla geçsin:

•Onun duası kabul edildi. Ben bir sevgiliye düştüm, şimdi bende ne karar kaldı. ne gönül! Sevgili, bizim kanımıza susamış, Allah yardımcısı olsun.

•Bizim bedenimiz, aya benziyor, aşk yüzünden eriyor, tükeniyor. Gönlümüzde sanki zührenin çengi, teli kopsun da takılmasın.

•Sen ayın eriyişine, tükenişine bakma, darılma. Sen sevgilinin bize verdiği gamın tatlılığına bak! Dilerim bana verdiği gamın biri, bin olsun!



78. Aşk benden doğmadı, aşk beni doğurdu. Ben aşkın çocuğuyum.

Mefa'îlün, Fe'ilatün, Mefa'îliin, Fa'ilün
 (c.I, 220)

•Seher vakti herkes uykuda iken, mutluluk geldi, beni üç defa öptü. Allahın lutfuna ve inayetine erdim. Bu seher vakti kutlu olsun, mübarek olsun.

•Ey gönül hatırındamı? Dün gece rüyada ne görmüştün? Ne görmüstün ki, , bu seher vakti mutluluk geldi. bana bir kapı açtı.

•Yoksa rüyada şunumu görmüştün: Ay göklerden yeryüzüne inmiş gelmiş,  yücelere, gökyüzünün üstüne çıkarıp bırakmış.

• Gönlü, onun yolunda, onun ayaklarının altına harap, perîşan bir halde yıkılmış gördüm. îşte şu an başıma bu mutluluk geldi.

• "Ben çok mutluyum, ben çok mutluyum!" diye şarkı söylemekteyirn.

• Aşk ile gönlümün arasında çok hadiseler var. Çok işler var. Şimdi azar onların hepsi de hatırıma geldi.

• Zahirde aşk benden doğmuş görünüyorsa da, sen buna inanma, işin hakati şöyle ki: Aşk benden doğmadı, aşk beni doğurdu. Ben aşkın çocuğuyum.

• Ey sıfatları açıkta olan, görünen, zatı can gibi gizli olan Allah'ım! Senin zatına yemin ederim ki, benim bütün dileğim, arzum, bütün isteğim, ancak sensin, ben seni seviyorum, seni istiyorum, başkasını değil!

• Senden daima, bana gizli iltifatlar, gizli öpücükler gelmede, fakat ben, et ve kemikten bir yığın olan şu beden perdesinin ötesindeyim. Beni kim öpüyor kendini bana kim öptürüyor? Bu halleri göremiyorum, bilemiyorum.

• Allah'ım, bana acımaktan vazgeçme, yoksa, yokluğa düşerim de; "Aman bana yardım edin, fena haldeyim!" diye feryada başlarım.

• Fakat, sevgilim, bana lütuflarda bulunmasa, öpücük vermese de, bana hakaret etse de, sevse de şikayetçi değilim. Ben yine memnunum, yine hoşum, mutluyum. Efendim ile benim aramda hadiseler var. Beni öper de, söver de, kim ne karışır?.. Kime ne?

79. Çevrene uy!

Fe'ilatün, Fe'ilatiln, Fe'ilatiin, Fe'ilün ,]

•Topallaya topallaya yürü! Çünkü bu yolda yürüyenlerin hepsi de topal.Ayağına bir bez sar da eğri büğrü, başını titrete titrete, ayağını sürüye sürüye yol al

 •Ay yüzlü gibi güzel birisiysen, yüzüne safran sür, sarart. Güzellığını sakla!Şayet güzel yüzünü gösterirsen, seni çekemeyenler çok olur, sopa yersin, paralanırsın.

•Ffendi sen bir çirkin kişi görürsen, aynanı koltuğunun altında sakla! Yoksa Aynanın adını kötüye çıkarırsın.

•Aklın başında oldukça uzlaş, dost ol, iyi geçinmeye bak! Ama sarhoş oldunmu ne olursa olsun, çünkü herkes senin uygunsuz halini sarhoşluğa verir.

• 0 söylediğin sözleri bir kere daha söyle, ben onları unuttum. Ey ay yüzlü sevgili, Allah seni selamete ulaştırsın!

• Allah seni selamete ulaştırsın, bütün günlerin hoş geçsin. Ey nefesi ölüleri dirilten, Allah seni selamete ulaştırsın!

• Biz, senin güzelliğinden bir şey dilenmek için çok uzaklardan gelmişiz. Ay nurlu yüzünden nurlar saçar, cömertliklerde bulunur. Onun adeti böyledir. Sen de, bir ay yüzlüsün; yüzünün nurundan Allah rızası için bize de ver.

" Mevlana, Dîvan-ı Kebîrinm başka bir yerinde de şöyle der:

Biz sufiler senin mahallene geldik, sana geldik, Allah rızası için yüzünün güzelliğinden  bize azıcık bir sey ver sususuz  senin ırmağından başka bir yerde tatlı su yok. Bidonları da, testilerimizi de beraber getirdik." (Dîvan-ı,Kebir: 2230)

• Sevgilim, gökteki ay benim duamı duydu da, senin ay yüzüne karşı ellerini açtı. Senden nür istiyor. Bana da; "El aç, nür iste!" demeye başladı.

• Ey Allah'ım, güneş de, ay da, gökler de, manalar da, akıllar da bize göre yücedir, değerlidir, zengindir. Fakat, senin karşısında hepsi de fakir ve yoksuldurlar.



80. Buluşma günü için kendine çekidüzen ver!

Fe'ilatün, Mefa'îlün, Fe'ulün
 (c.I, 246)

• Bu dünyada yaptığımız işlerden ötürü, gönlümüzde yüzlerce davul çalınıyor, kıyametler kopuyor. Yarın, yani ölünce davulların gümbürtülerini duyacağız.

• Bugün gaflet, kulağımıza pamuk dolmuş, onu tıkamış; göze de, hakîkati göstertermeyen kıl kesilmiştir. Bu yüzden, biz, sevda vesvesesine kapılmış ve yarının gamı ile, endişesi ile çırpınıp duruyoruz.

• Hallac-ı Mansur gibi, safa ehli gibi, sen de, hakîkati duyurmayan gaflet muğuna aşk ateşi düşür, onu yak da, sağırlıktan kurtul.

• Aşk ile buluşma zamanı yakınlaştı, bu sebeple kendine çekidüzen ver,buluşma günü için güzelleş!

• Bizim ölümüz, her ne kadar sana matem olursa da, aslında, hakla buluşma vakti olduğu için, bizim en neşeli, en mutlu zamanımızdır.

• Çünkü bu dünya, bizim zindanımızdır. Zindanın harap oluşu, yıkılışı, zindandakileri sevindirir. Yani bizim bedenimiz, ruhumuz için bir zindan kesilmiştir. Ölüm, bedeni yıkınca, toprağa düşürünce, ruh zindandan kurtulaçak, Hakk'a kavuşacaktır.

• Aklını başına al da, fanî olan bu dünya zindanında kimsede vefa arama!bu dünyanın vefası bile vefasızdır!

81. Ey vefalı kişi, bizden, benden vazgeç!

Fa'iiatiin, Fa'ilatün, Fa'ilün
(c.I, 251)

•Ey vefalı kişi, gel, gel, daha yakına gel! Beni, benliği, bizi, bizliği bırak! Çabuk, vakit geçirmeden gel!

•Gel daha yakın gel! Biz'den, ben'den vazgeç, gel, gel. Sen'lik ve biz'lik yok oluncaya kadar gel. Ne "sen" kalasın, ne de "biz" kalalım!

• Kibri ve kendini beğenmeyi bırak da, yere göğe sığmayan o büyükler büyüğüne gönlünde yer ver!

• Cenab-ı Hakk, ezel aleminde  "Ben sizin Rabbiniz değil miyim" diye buyurdu. Sen de ona; "Evet, Rabbimiz sensin!" diye cevap verdin.

• Evet sözün şükrü nedir? Yani o emri nasıl yerine getireceksin? Bu dünyada, şikayet etmeden, Hakk'tan gelen belalara, ıstıraplara sabretmektir. Ses çıkarmamaktır.

"burada 7 ci araf suresinin 172. ayetine işaret var. Arapça "Evet" kelimesi, ses olarakıstırap sesini  verdiği için Mevlana eski edebiyatta sık sık yapılan "tevriye sanatını hatırlatmaktadır.

• Bela'nın bir sırrı da; ben fakr, yokluk dergahının kapısmı çalıyorum demektir.

• Sen, kendinden kurtul, benliğinden temizlen, toprak ol, ayak altına seril de toprağından otlar bitsin. Ot gibi benliği üstünden atar, kurursan hoş bir şekilde aşk ateşine yanarsın.

• Senin yanışınla meydana gelen kül, toprak, kimya gibi dertlere deva olur.

• Illetlerle, nefsanî arzularla dolu olan hayvanî rühunu ona ver de sonsuz olan, hoş olan insanî rühu elde et!



82. Garip olan rüh, mekansızlık aleminin özlemini çeker.

Müstefilün, Müstef'ilün, Müstefil, Müstef'ilün
(c. I, 26)

•Her an gökyüzünden gönüllere gizli olarak şöyle vahiyler gelmede: "Ne zamana kadar, tortu gibi yeryüzünde çöküp kalacaksınız? Göğe yükselin, göğe yükselin!"

• Ancak tembel olanlar, ağır canlılar şarap tortusu gibi dibe çökerler. Tortudan kendini kurtaran, arınan, temizlenen ise küpün üstüne çıkar.

• Hemen balçığı, çamuru karıştırma! Suyunıı bulandırma da arınsın. Tortun aydınlansın ve derdine derman bulunsun.

•İnsanda şu'le gibi bir can var. Fakat onun dumanı, nurıından daha fazla. Duman haddini aşınca, fazla olunca, gönül evinde bulunan Hakk ışığını göstermez olur.

• Eser, gönül evindeki dumanı azaltırsan yani günah kiılerinden arınırsan, senin nürun ile her iki dünya da, bu dünya da, öteki dünya da aydınlanır.

• Bulanık bir suya bakarsan, orada ne ay görebilirsin, ne de gök! Hava kararınca güneş de gizlenir, ay da!

• Güney rüzgarı esince, havayı tertemiz eder. Bu yüzdendir ki, sabahın erken saatlerinde seher yeli eser. Adeta dünyayı cilalar, parlatır.

• Alıp verdiğimiz nefes de gönüldeki sıkıntıyı, derdi temizler, arıtır, adeta insanın içini cilalar. însan bir an bile nefes alıp veremezse, varlığına yokluk gelir çatar.

•Bu dünyada garip olan rüh, mekansızlık aleminin özlemini çeker. Hayvan nefis ise bilmem ki, ne diye şu dünya otlağında otlar durur? Geldiği yeri unuturda dünya nimetleri için çırpınır durur.



83. Allah'ım canı yarattın ama ona cefalar verdin!

Müstef''ilüıı. Müstef'ilün. Müstef''ilün. Mıistef''ilün
 (c,1,28)

• Ey bedenimizin padişahı; ey bize acıyarak, bizi neşelendiren, güldüren aziz varlık! Ey gözlerimize görüş kabiliyeti veren, ey can gözümüze tutya çeken, parlatan Rabbimiz!

• Canı parlattın ama ona cefalar verdin, onu deliye, divaneye çevirdin. Bazen onu yalnızlığa aşık ettin. Bazen, bir güzel yüzlünün peşinde koştuıdun, üryan düşürdün.

• Bazen top olduk, çöğeninin eğri ucuna uyduk, onun önünde başı dönmüş bir top gibi kah neşeye, eğlence yerine, kah belaya, cefaya, derde, ıstıraba doğru yuvarlandık durduk.

• Bazen gaflet uykusuna daldırırsın, bazen sebeplere doğıu sürersin, bazen de yoklıık çölünde bizi süründürürsün.

• Bazen yüksek mevkî, altın taç sevdasına düşürürsün. Bazen de tutar basına topraklar saçarsın. Bazen kendini kayzer, padişah sanır, bazen de yoksullar gıbi yamalı hırkalara bürünür.

• Kah diken olur, kah gül! Bazen sirke olur, bazen şarap; kah davulcu olur. davul çalar, kah davul olur, tokmaklar yer.

• Bazen acaip bir ağaç gibi elma verir, bazen kabak yetiştirir. Bazen zehir verir bazen şükür; bazen dert verir, bazen derman.

• Hayat  ne acaip bir ırmaktır ki, bazen su olur, bazen kan; bazen la'l renkli şarap kesilir, bazen süt; bazen de şifalar veren bal.

• Bazen çeşitli renklerden sıyrılır. Hz. îsa'nın küpüne girer, bir renge bürünür böylece bazen "Allah'ın boyası" meydana çıkar. "Allah dilediğini vapar

"Hz. İsa'nın bir küpü varmış. oraya atılan kumaslar çeşilli renklerde de olsa tek renk olarak çıkarmış. Bu "Allah boyası"dır. Allah'ın takdirine uymayı ifade eder. Bu beytte 2. Bakara suresinin138 çi ayetine işaret edilmektedir"

.



84. Benim canım mana helvası istiyor.

MefS'îlün, Mefa'îliin, Fe'ulün
 (c. I, 106)

• Canım mana helvası istiyor, helva! Helva vadini yarına bırakma!

• Bu mana helvası ne de güzel, sıcak, hoş; onun kokusu her an yücelerden ötelerden geliyor.

• Sen bu mana helvasını ağızla yiyemezsin, bu sebeple, incir gibi ağzını kapa da, o nefis hoş kokulu, sıcak helvayı gönülden ye; ona dudaklarını, elini değdirme.

• Bu helva, dünyada yapılan helvalardan değildir. 0 taraftandır. Onu görünmez el pişirmiştir. 0 eldendir. 0 helva, o görünmez alemde süt içti, hurma yedi de tatlılaştı. Bu yüzden o, ötelerin helvası oldu.

• Biz hepimiz Akl-ı Küll'ün oğullarıyız. Bu sebepten de ötelerden "Ey babasının canı!" diye sesler gelip durmadadır.

 "Akl-ı Küll", Allah'ın kudretinden, Akl-ı Evvel'den yani ulühiyyet mertebesinden evvel ortaya çıkan akıl mertebesidir. "Arş-ı Azam", "Cebrail" Hz. Muhammed'in nüru gıbı, Aklı Küll'ün, Akl-ı Evvel'den sonra gelen bir mertebe olduğunu bilmek gerek. Çünkü, "Allah'ın ilk yarattığı şey akıldır." hadîsi ile Akl-ı Evvel'e işaret vardır. Arifler, bütün bu meıtebeleri, Kur'aıı ve hadîslerden yararlanarak, biz aciz insanlara Cenab-ı Hakk'a dair bilgiler vermeye çalışmaktadırlar. Şinasi merhumun dediği gibi:

"Akıl biliyor ki, var bir Allah,
Mahiyeti anlaşılmıyor, ah!"



85. Dudağını her öpüşe verme onu kirletme.

Mef'ulü, Mefa'îlü, Mefa'îlii, Fe'ülün
(c.1, 96)

• Sevgilinin dudağından anlatılamaz zevkler duyarak mest olmak istiyorsan, dudagını her öpüşe verme, kirlenme, her yemeğe onu bulaştırma!

• Bövle yap da senin dudağından başkasının kokusu gelmesin; o dudaklar yalnız ve yalnız aşk kesilsin. Lekesiz; hiçbir dudağa dokunmamış, tertemiz kalsın da eşsiz bir hale gelsin.

• Sunu iyi bil ve ibret gözü ile bak da gör ki: kadîm olan, evveline evvel olmayan Allah'ın nürundan başka ne varsa hepsi de bir mezbelede, yani pislik dolu bir yerde bulunan kokmuş pislikten ibarettir.

• Sen, manen kirlenip pislik olunca, kutsallığın, takdîsin üstünlüğünü, manevî tadını ne bilirsin? Aklını başına al! Pislik olmaktan kurtul, temizlen de kutluluk, yücelik tarafına git!

• Hz. Musa, Firavun'un nimetinden elini çekti. Ağzını yıkadı da Allah ona nürlu el ve kerem denizini bağışladı.

• Kendine gel, gözünü kapa ki, o göz, pek kıskançtır. Aklını başına al, madeni boş tut ki, senin için hazırlanmış bir mana yemeği var!



86. Gaflet pamuğunu kulağından çıkar, aşk gözünü aç!

(Bu gazel bir yazma nüshadan alındı.)

• Varlık, benlik karanlıklanndan bir adım bile dışarı atsan, kendini kurtarsan yokluk ab-ı hayatını içer, yüzlerce Hızır gibi sonsuzluğa kavuşursun.

• Adım adım yürü, manevî pisliklerini, günahlarını üstünden at, ve aşıkcasına bir hamle yap da mekansızhk alemine gel!

• Eğer sen benlikden kurtulur, benliğini yok edersen, benliksiz olursan ona kavuşursun; o zaman sen bir dertken deva olursun da, bütün yaralara merhem kesilirsin.

• Kamış, şekerle dolu olursa, ses vermez; eğer sen kamış değil isen; içini kötü duygulardan, benlikden temizlemiş, boşaltmış isen, dudağını, ney çalanın du-ağına korsun. Manevî şekerler çiğnersin.

• Her iki dünyadan gönlünü çekmiş, kurtarmışsan, bu cihanın isteklerinden vazgeçmişsen, kendi benliğini de, varlığını da yok etmişsindir.

• Her iki dünyada da yönelecek kıbleyi arıyorsan, sana söyleyeyim, haber vereyim Şemseddin'in varlığı, Safa ile Merve arasında bulunan bir kıbledir.



87. Nürlu gözlere kul köle ol!

Mefa'îlün, Fe'ilatün, Mefa'îlün, Fe-lün
(c.I, 217)

• Sen ne iyi bahtlı, ne talihli kişisin ki, Allah; "Gel gel mutlulukla, gir içeri senin için kurtuluş kapısı açıldı." diye seslenir.

• Güzel renklerle, hoş kokularla açılıp saçılan gül neden gülüyor? Söyleyeyim: "Bahar mevsimi yüzünden onun duası kabul edildi de onun için gü lüyor.

• Gül, mana Yusufunun kokusunu aldı da, o yüzden gömleğinin yakasını yırttı, ağzını açdı gülmeye; "Hey hey müjdemi isterim, müjdemi isterim!" demeye başladı.

• Herkes; bütün alem biliyor ki: Kainatın yaradılışının manası odur. 0 halde adlar manadan başka nereye gidebilir? Bütün adlar, onundur.

• Cenab-ı Hakk; "Ben gizli bir hazineydim, bilinmeyi istedim." diye buyurduğu için ad mananın mazharı oldu. Onun için kalp gözleri açık olan arifler, mana üzerinde dururlar da, adlara önem vermezler. Gölgeyi değil, gölge düşüreni düşünürler.

"Davud (a.s.): "Ya Rabbî insanlan ne için yarattın?" diye Cenab-ı Hakk'a niyazda bulundu. Bunun Bunun üzerine Cenab-ı Hakk buyurdu ki: "Ben gizli bir hazine idim, bilinmeyi sevdim, istedim, beni bilmeleri için insanları yarattım." Bu bir kudsî hadîsdir. Sufîler bu hadîs iizerinde Çok dururlar. Bu konuda Bursalı Ismail Hakkı hazretlerinin Gizli Hazine diye küçük bir kitabı da vardır.

• Asası olmasa da, eli parıl parıl parlamasa da Harun irfanı ile Kelîm'i yani Hz. Müsa'yı tanıdı, bildi.

• "Allah göklerin ve yerlerin nürudur." diye buyurdu. Kendisine nür adını taktı. Gözü de nurdan yarattı. Bu sebeple nurlu gözlere, kul ol, köle ol!

"Allah göklerin ve yeryüzünün nürudur."  (Nür Suresi, 24/35.)



88. Sevdaya doymuş aşık var mıdır?

Mefa'îlün, Mefa'îlün, Mefa'îlün, Mefa'îlün
(c. 1, 64)

• Sen, bu sevdaya doymuş hiçbir aşık gördün mü? îçinde bulunduğu, yüzüp durduğu denize doymuş balık gördün mü?

• Sen hiç bir nakış, hiç bir resinti gördün mü ki kendisini nakşeden kişiden yahut ressamdan kaçsın? Sen hiç bir Varlık gördün mü ki gönlünü verdiği Azra'dan uzaklaşsın?

"Varnık ve Azra, Leyla ve Mecnun gibi birbirini seven aşıktır."

• Aşık ayrılığa düşerse manası olmayan bir ada döner. Fakat aslında manada bir sevgili gibi adlara takılıp kalmaz.

• Sevgilim bu dünyada sensiz yaşamak, ıstırab çekmektir, azaba düşmektir., Bu yüzden dilerim ki canım bir an bile sensiz kalmasın. Senin tatlı canına yemin ederim ki, sensiz can bize işkencedir, beladır.

• Senin güzel hayalin öyle bir sultandır ki, Hz. Süleyman'ın Mescid-i Aksa'ya gelişi gibi salına salına gönüle gelir.

" Mescid-i Aksa, Kudüs'te Hz. Süleyman'ın yaptırdığı meşhur mabettir.

• Aşığın gönlünde binlerce meş'ale yanar. Bütün mescit apaydın olur.1 Rıdvanla, hürilerle dolu bir cennet halini alır.

" Rıdvan, cennet kapıcısı olan güzel melek."



89. Başan için çalışmak, uğraşmak gerek.

Mefa'îlün, Fe'ilatün, Mefa'îlün, Fe'îlün
(c.1, 214)

• Eğer ağaç hareket etseydi, yani bir yerden başka bir yere gidebilseydi, ne testere eziyetini çeker, ne de çeşitli işlerde, çeşitli yerlerde kesilir, biçilir, cefalar çeker, yaralanır, berelenirdi.

• Eğer güneş ve ay, dönüp durmasalardı, sağır kayalar gibi oldukları yerde durabilselerdi, ne güneş ışıklar saçarak dünyayı aydınlatır, ne de ay ışığı geceleri hoş bir şekilde nurlar saçardı.

• Fırat, Dicle ve Ceyhun nehirleri akıp durmasalardı; deniz gibi bir yert takılıp hareketsiz kalsalardı, kokarlar ve acırlardı.

• Deniz suyu yolculuğa çıktı. Önce buhar halinde havaya yükseldi, orada bulut oldu. Acılıktan kurtuldu, helvaya döndü.

• Bak da gör, Yusuf (a.s.) babasının kucağından ayrıldı. Yolculuğa çıktı. Ta Mısır'a kadar gitti de orada eşsiz bir makama ulaştı.

, Şunu da gör ki: Ahmed (s.a.v.) Mekke'yi bıraktı, Medine'ye hicret etti;sonra ordu çekti, gelip Mekke'yi zabtetti.

• Hz. Muhammed mi'rac gecesi Burak'a bindi, yola çıktı. Hakk'a manen yaklaştı, yakınlaştı, aralarında iki yay kadar bir yakınlık kaldı, hatta daha da yakına vardı, makamını buldu.

• Usanmasaydın, bıkmasaydın dünyadaki misafirleri, yola düşmüş yolculuğa çıkmış erleri birer birer, ikişer ikişer, üçer üçer sayardım.

• Birazını gösterdim, birkaçını saydım. Geri kalanını sen bil, sen öğren. Kendi huyundan, Hakk'ın huyuna ulaş!

"Bu siirde Mevlana miskince bir yerde oturup kalmamayı; çalışıp çabalamayı, uğraşıp  bir kelıme ile, dinamik olmayı tavsiye buyuruyor"



90. Ne ekmek ver, ne huzur ver, ne de uyku;ben yalnız seni istiyorum

Müstef'ilün, Müstef'ilün, Müstef'ilün, Müstef'ilün
(c.1, 33)

• Ey saki aşk şarabını fazlasıyla sun da, korku da kaybolsun, rica ve ümit de. Düşüncenin de boynunu vur! Onunla hiç bir ilgimiz kalmasın, zaten o nerede, biz neredeyiz?

•Ey aşıkın susuzluğuna bizim gibi yüzbinlerce insanın feda olduğu üstün varlık, bana ne su ver, ne ekmek ver, ne huzur ver, ne uyku ver! Ben yalnız  seni istiyorum.

•Bu gün senin misafirinim' senln aşkınla perişan olmuşum. Bu haber bütün  şehre yayıldı her yer bu haberle doldu. Bugün mana şarabının içildiği gün;haydi geliniz.

•Demir kırıntıları mıknatısa doğru nasıl koşarlarsa, dünyanın bütün hayalleri, onun hayaline doğru koşmağa başladı.

• Dünya Tur dağına döndü. Her zerresi tecelliye mazhar olarak aydınlatmaya, başladı. Rüh da Hz. Müsa gibi tecellî karşısında aklını kaybetti, kendinden* geçti.

• Kalbine aşk ateşi düşen her varlık, aslına kavuşmak için çırpınmada, dönüp durmaktadır. Aslının aslı ile buluşmak için yokluk da apaşikar el çırpmadadır.

• Her ot yeşermiş, güzel, hoş bir halde gülümsüyor. Her zerre; "Sabır sıkıntı'nın anahtarıdır!" "Şükür de Allah'tan razı olmanın anahtarıdır!" diye naralan atmaktadır.

   91. Gönül sıfatı elde ettinse, gönül gibi ayaksız başsız gel!

Fa'ilatiin, Fa'ilatun, Fa'ilün
 (c. I, 188)

• Eğer sen, öd ağacıysan buhurdana gel; seni damdan atarlarsa, kapıdan düş içeriye gir!

• Madem ki sen bir Yüsufsun, kuyuya atılmaktan, zindana sokulmaktan kurtulamazsın. Sen kahır zehrini şeker say!

• "Allahuekber" diyorsun, bu bir adettir, bu bir resmî söyleyişdir. Gönülder söyleyiş değildir. Eğer sen "Ekber" dediğin o büyükler büyüğünün kuluysan  bu büyüklere yakışır şekilde gel! Kendine çeki düzen ver!

• Köpekler de nasıl içer kızıl şarabı? Arslansan kızıl şarap gibi gel!

• Ne diye altın arıyorsun? Kendi bakırını altın et! Altın olmuyorsa gel o gümüş bedenliye!

• Zenginlerin gözleri kupkuru. Fakirlerin ise nemli. Ey aşık! Sen kupkuru değil, nemli de değil; iki şekle de bürünme de öyle gel!

• Melek sıfatlarına mahremsen, melek gibi erkeklikden de, dişilikten de mü nezzeh ol da öyle gel!

•  Yolculukta gönül sıfatını elde ettinse, gönül gibi ayaksız gel, başsız gel!



92. Burada gizli birisi var, kendini yalnız sanma!

Müstef'ilün, Fe'ulün, Müstef'ilün, Fe'uliin
 (c.1, 188)


• Burada gizli birisi var. Kendini yalnız sanma! Onun kulağı pek hassastır, keskindir. Sakın kötü sözler söyleme!

• 0 peri senin gönlünün çeşmesine bağlamp kalmıştır. Senin bütün düşüncelerin, hayaline gelen her suret, her şekil hep o perinin eseridir; o periden gelmektedir.

• Nerede çeşme varsa orası perilerin oturduğu yerdir, perilerin konağıdır. Oraya dikkatle, ihtiyatla gitmek gerek.

• Senin bedeninde bulunan beş duygu çeşmesi akıp durdukça, bil ki; gönlünde gizlenen o peri bu beş çeşmeyi ayırmıştır, akıtmıştır.

• Vehmetmek, tasavvurda bulunmak gibi beş tane de iç duygun varya, bil kı; her beş çeşme de, meraya doğru, yararlı olacağı yerlere doğru koşup durmadadır.

"Eskılere göre insanı haricî muhitinden haberdar eden beş duygu vardır ki onlar da; görme, işitrne, koklama, tatma, bilhassa elle sıcağı soğuğu, serti yumuşağı anlama duygularıdır. bunlardan başka ayrıca beş tane de iç duygusu, batinî duygu vardır: Hayal, düşünce, vehme yani olanı, olmayanı anlayış, zihinde hıfzediş ve ınüşterek duygu. Insan bu sonuncu duygu ile iç ve dış duygularını düzenler. (İbrahim Hakkı Hazretleri: Maıifetııame, Bulak basımı 1251, s. 204-205.)

• Her çeşmenin yüksekte bulunan iki su sarnıcı vardır. Elli tane de sulara yol veren su yolcusu bulunmaktadır. Gönlünü paslardan temizlersen, cilalarsan bütün bunlar, sana yüzlerini gösterirler.

• Çeşme başında edebe riayet etmezsen, sana perilerden zarar gelir. Çünkü Du çeşıt periler, çok hassastır, serttir, pervasızdır.



93. Bize Hakk yolunda "biz"siz olarak bir yolculuk nasib oldu.

Mef'ulü, Mefa'ilün, Fe'ulün
(c.I, 128)

• Bize Hakk yolunda "biz"siz olarak bir yolculuk nasip oldu. 0 yolculukta "biz"siz olduğumuz için gönliimüze bir ferahlık geldi.

• Daima bizden gizlenen o gerçek sevgili, o ay yüzlü güzeller güzeli, orada "biz"siz olarak yanağını yanağımıza koydu.

• Biz o dostun gamı ile can verdik de onun gamı, bizi, bizden kurtardı, "biz"siz olarak doğurdu.

• Biz her zaman aralıksız şarap içmeden mest olanlardanız. Biz daima "biz"siz olarak neçelenir, manevî zevkler duyarız.

• Siz sakın bizi yad etmeyin, buna lüzüm yok. Çünkü biz "biz"siz olduğumuzdan kendimiz rüzgar kesilmişiz de her yerde eser dururuz.

• Biz "biz"siz kalıyoruz da, her zaman sevinç içindeyiz, mutluyuz. Bu sebeple daima "biz"siz olalım, "biz"siz kalalım diyoruz.

• Kapıların hepsi de yüzümüze kapanmıştı. Biz, bizden kurtulunca, kapıların hepsi de açıldı.



94. Ey dertli zamanımda canımın rahatı olan Allahım!

Müfte'ilıin, Fa'ilat, Müfte'iliin, Fa'ilat
(c.I, 207)

• Ey dertli zamanımda canımın rahatı! Ey yoksulluk açlığında rühumun hazinesi olan Allahım!

  •Vehmin elde edemediği, anlayışın ve aklın eremediği güzellikler senden canına ulaştığı için sen benim kıblem oldun.

• Rabbim! Senin keremin ve lutfun sebebi ile ben aleme nazla bakarım.

• Fanî olan devlet, zenginlik, varlık hiç beni aldatabilir mi?

• Allahım! Bitmez, tükenmez cömertliğinle bana hesapsız mülkler versen, ne kadar gizli hazinelerin varsa onları önüme koysan, ben candan secde ederek vüzümü yerlere korum da derim ki:

• "Ey Allahım! Benim için senin aşkın bütün bunların hepsinden daha değerlidir."



95. Onun aşk nağmelerinden yeryüzü coşmuş köpürmüştü.

Fa'ilatün, Pa'ilatiin, Fa'ilatiin, Fa'ilat
(c.I, 131)

• Onunla manen buluşmanın özlemi ateşi ile yandığım zaman, ben de Hz.Musa gibi, Tur Dağına gittim. Ne mutlu bana, ne mutlu!

• Orada eşi, benzeri olmayan bir padişah, bir sultanlar sultanı, rühları besleyen, pek latif, cana canlar katan bir güzeller güzeli gördüm.

• Tur Dağı da, sahra da, çöl de onun yüzünün nüruyla parıl parıl parlamadaydı. Onun güzelliği her tarafı ebedî cennete çevirmişti.

• Onun aşk nağmesinden yeryüzü coşmuş köpürmüştü. Gök de ona kavuşma sevdasına kapılmış dönüp duruyordu.

•Akıl almaz yaratma gücüne sahip olan o padişahlar padişahı, yokluğa şöyler "aktı "Kün" ol verdi de yokluk canlandı, varlığa kavuştu.

• Lütf ve ihsan gölgeleri üstünlük güneşi ile birleşince bütün birbirine  olan unsurlar bir araya geldiler, birbirleri ile barıştılar.

• Böylece, aşkının olgunluğu, merhameti birbirine düşman olan zıtların dost olarak birleşmelerini sağladı.

• Fakat 0, yarattıklarının varlıkları yok olunca da, bir tanesi yüz tane oldıı. Orada var olan bana yok göründü, yok olan da var.

• Cana benziyen dünyanın ötesinde, onun sevdasına kapılmış, vefalı varlıkları gördüm; hepsi de tertemizdi, hepsi de safa içinde idiler.

•Her fidanın sırrı toprağın içinden baş kaldınr, yücelere boy atar. Mirac edenler, manen Hakk'ı bulanlar, duygulu ve imanlı kişiler yerlerde sürüklenmesinler, göklere çıksınlar diye bahçelere merdivenler kurmuşlardır.

• Kuşlar ve bülbüller dallara konmuşlar, bekçilik ederler. Bahçeye kimlerin gelip gittiğini gözetlerler. Çünkü bu bekçilerin maaşları Allah'ın hazinesinden verilmektedir.

• Şu ağaçların yaprakları dillere, dallarda sallanıp duran meyveleri de gönüllere benzerler. Gönüller yüz gösterince diller çözülür, sözler değerlenir.



96. Koşa koşa gelen bahar rüzgarı dünyayı güldürüyor.

Müstef'ilün, Pe'Olün, Müstef'ilün, Fe'ülün (c.I, 196)

Sevgili bu gece uyuma!

Müfte'ilün, Müfte'ilün, Fa'ilatiin (c.I, 258)

• Anberler saçan saçlarını çöz, harekete getir! Süfîlerin canlarını raksa sok!

• Koşa koşa şarkılar söyleyerek gelen bahar rüzgarı dünyayı güldürür, körpe otları ayağa kaldırır. ,

• Ötelerden gelen bir haberci gibi her an bağdan latif bir koku duyulur "Haydi dostlar uyanın!" diye sesler gelir.

• Bahçe içten içe kendi sırrını, kendinde bulunan gizli kuvveti sürükler yürür, gider, yol alır da sana der ki: "Ey insan! Sen de içten içe yol al.  Sen sende gizli bulunanı bul, ona doğru yol al da canına can gelsin.

• Bahar rüzgarının okşaması ile gonca uyanır, açılır ve selviye süsenin sırrını söyler. Lale de boş durmaz, söğüt ağacı ile erguvana güzel günlerin müjdesıni verir.

• Ey ay yüzlü güzel! Bir gece olsun Allah aşkıyla uyumazsan, geceyi ibadetle ıhya edersen, sana sonsuzluk hazinesi yüzünü gösterir.

• Görünmez bir güneş, gayb aleminin güneşi geceleyin doğar da seni nürlandırır, ısıtır tutiya yani manevî sürme gözlerindeki gaflet tozunu siler, gözlerini açar.

• Aklını başına al da bu gece inat et, başını yastığa koyma, yatma da saadetin, anevî mutluluğun sana ne ihsanlarda, lütuflarda bulunacağını gör!

•Allah gündüzü çalışıp kazanman, rızkını elde etmen için sana ihsan etti. Geceyi de aşk için, sevişmek için yarattı. Senin sevişmeni, sevgili ile buluşmanı kötü göz görmesin diye de geceyi karanlıklarla perdeledi.

• Halk gece olunca uykuya dalar uyur. Aşıklar ise bütün gece Allah'a" yalvarırlar, dua ederler, adeta onunla söyleşirler.

• Cenab-ı Hakk bir geçe Davud(a.s.)'a şöyle buyurdu: "Kim bizi sevdiğini söyler, aşıklık davasına girişir, sonra tutar bütün gece uyursa, onun sözü de yalandır, davası da yalandır!" Aşık olanın gözüne uyku girer mi?

• Çünkü aşık gönlünün derdini, çektiği acıları sevgilisine söylemek için yalnızlık ister, geceyi bekler, gecenin karanlığında gizlenir.

• Aşka susamış olan aşık uyusa bile pek az uyur. Susuz kişi derin uykuya dalabilir mi?

• 0 azıcık uyusa da rüyasında ya su görür, ya ırmak kenarında dolaşır, ya testî görür, yahut da saka (=sucu).

• Ona bütün gece ötelerden; Allah'dan ses gelir durur. Ey zavallı! Kalk da, geceyi bir ganîmet, Allah'ın bir lutfu olarak gör ve fırsattan yararlan!



97. Seni seven dostların sana yaptıklan iyilikler sana Hakk'ın bir iltifatıdır.

Mef'ulü, Mefa'ilün, Fe'Oliin
(c.I, 123)

• 0 güzel padişahı, o güzellerin gözünü, çerağmı gördüm.

• 0 gönül dostunu, derdimi dert edinen o canı, o cana canlar katan cihanı gördüm.

• Akla akıl vereni, safaya safa bağışlayan aziz varlığı gördüm.

• Beni büyüleyen o güzeller güzelini gördüğüm için bedenimin her zerresi sevinmiş, neşelenmiş, "Allah'a şükürler olsun." diyordu. Bu görüşün verdiği manevi zevk ve heyecan anlatılamaz ki!

• Hz. Musa da ansızın ağaçtan gelen o nüru görünce sevinmişti de;

• "Artık onu araştırmadan kurtuldum. Allah bana lütfetti de aradığımı buldum." dedi.

• Hz. Musa ağaçtan gelen o göz kamaştırıcı nuru görünce, Cenab-ı Hakk; "Ya Müsa, yolculuğu bırak ve elindeki asayı at!"diye buyurdu.

"Gazelde geçen Hz. Musa(a.s.)'ın kıssasında Taha Süresi, 20/10-27. ayetlere işaret vardır.

• Musa yalnız asayı atmadı. Gönlünde bulunan dünyaya ait bütün istekleri de attı. Akrabasını, sevdiklerini, en yakın dostlannı da gönlünden çıkarıp attı.

• Sonra Müsa'ya; "Ayağına giydiğin nalınları da çıkar at!" emri geldi. Böylece ayağından çıkardığı bir çift nalınla beraber birçok güzellikleri, zevkleri olan dünya ile ahireti de, dolayısıyla yalnız dünyadaki süsleri, hoşlukları değil, ahirette vadedilen zevkleri de gönlünden çıkardı. Çünkü;

"Yunus Emre hazretleri:

"Cennet cennet dedikleri birkaç evle birkaç huri îsteyene ver anları bana seni gerek seni!"diye buyurrnuştu. Alman mütefekkiri Pichte (1762-1819) de: "Bu dünyada ve öteki dünyada "hedefleri, istekleri zevk olan insanlar çok bayağı insanlardır." diye yazmıştır.

• Gonül evine Cenab-ı Hakk'dan başkası sığamaz. Bu hususta peygamberlerin çök hassas davrandıklarını, kıskançlıklarını ancak gönül bilir.

• Hz. Müsa nüra doğru yaklaşırken, Cenab-ı Hakk; "Ya Müsa! Elinde ne var?" diye buyurdu. Müsa da; "Yolculukta işimize yarayan asadır." diye cevap verdi.

• Cenab-ı Hakk buyurdu ki: "Ey Musa! Elindeki asayı at da Allah'ın şaşılacak işlerinigör!"

• Müsa asayı atınca, asa büyük bir yılan, bir ejderha oldu. Müsa da ejderhayı görünce korktu kaçtı.

• Cenab-ı Hakk; "Korkma! 0 yılanı eline al da onu tekrar asa haline getireyim." diye buyurdu.

• "Dayandığın, yardımına güvendiğin asayı yılan yaparak, sana düşman haline sokmuştum. Şimdi onu tut da tekrar asa haline gelsin, düşmanına karşı sana bir yardımcı olsun.

• Böylece seni seven, sıkıntılı zamanlarında sana yardım eden, iyilik seven vefalı dostların iyiliklerinin benim sana olan gizli bir lütfumdan ibaret olduğunu ve başkasından sana vefa gelmeyeceğini bilmeni, anlamanı istedim."

• Ele, ayağa bir dert verince, elin ayağın senin için bir yılan olur.

• Ey el! Bizden başkasının yardımını isteme! Ey ayak! En son gidilecek yerden başka yeri isteme!

• Bizim sana verdiğimiz zahmetlerden, sıkıntılardan kaçma, nereye gidersen git, her yerde bir zahmet, bir sıkıntı, bir dert vardır. Vardır ama o dert, o zah-met seni bir dermana ulaştırır.

• Bu dünyada hiçbir kimse yoktur ki, bir dertten kaçsın da; "Kurtuldum!" derken daha beterine uğramasın.

• Seni avlamak için bir tuzak kurmuşlardır. Oradaki yeme kapılma, yemden kaç; korku oradadır. Korkuyu sen akla bırak! Çünkü sevgi korku bilmez.

• Şems-i Tebrizî lütuf buyurdu, fakat gidince lütfu da aldı beraberinde götürdü.



98. Ben canımın minneti altında kalmak istemiyorum.
Çünkü ben artık canla değil aşkla diriyim.

Müfte'ilün, Mefa'îlün, Müfte'ilım, Mefa'îlün
(c.I, 51)

• Babacığım, kendini üzüntüye kaptırmış, hayattan bezmiş, usanmışsan sevgilimizin yanına gel! Onun güzelliğini gör de can baharı seni canlandırsın, sana gençlik versin!

• Seher vakti esen rüzgar bana sevgilimin selamının kokusu ile beraber baharımın, bağımın, bahçemin, güllerimin, meyvelerimin kokusunu da getirdi.

• Güzelliğin, güzel yüzün verdiği mestlik acaip anlaşılamaz, anlatılamaz bir mestlik. Varlık, ama görülmemiş bir varlık. Sanki devlet, ikbal, güç, kuvvet;"Ne duruyorsunuz, haydi geliniz!" diye feryad edip durmada...

Şeyh Sadi hazretleri bir şiirinde: Şarabın verdiği mestlik, sarhoşluk gece yarısına kadar süer, ama güzel yüzlü bir sakînin verdiği
kıyamete kadar sürer, demiştir.
• Ben canımın minneti altında kalmak istemiyorum. Çünkü ben artık canla değil, aşk ile diriyim. Beni aşk yaşatıyor. Sevgilimin de yanında bulunduğum için pek mutluyum, pek hoşum.

• Padişahlar padişahının yüzünü gördüğüm için kabıma sığamıyorum, pek mes'udum. Burası da pek güzel, pek hoş; ben artık bu saraydan başka bir yere gidemem.

• Gönlümüz neşe arıyor, manevî zevkler peşinde koşuyor. Aklımız ise boş yere düşüncelere daldığı için yıkılmış, kendinden geçmiş, harab olmuş bir halde; can şarabının kadehi de elimizde. Allah'ım bu hal ne hoş bir hal!

• Aşk peşinde koştuğumuz için akıl bize darıldı da gitmek istiyorsa gitsin, biz hiç üzülmeyiz. Sen ona de ki: "Ey akıl! Artık burada durma git!" Gündüz oldu ise varsın olsun. Ey gecesiz, gündüzsüz güzel! Sen gel! Başka şey ıstemiyoruz.


99. Senin güzel yüzünü görünce gül de, gül bahçesi de gülmeğe başladı.

Mefülü, MefS'îlün, Mef'ülü, Mefa'îlün
(c. I, 86)

• Senin güzel yüzünü görünce gül de, gül bahçesi de neşelendi, gülmeğe başladı. Ne olur, bizi de güldür, bizi de neşelendir! Seninle sütle şeker gibi kaynaşalım.

• Gökyüzü sana aşık olmuş, kul olmuştur da onun için kararsız bir halde dönüp, durmadadır. Kalpleri ölü gibi olan insanlar da senin güzelliğin ile dirildiler. Ey canımın canı, ey sevgili varlık! Sen ne kadar da güzelsin, ne kadar da hoşsun. Senin eşin, benzerin olamaz; sen çok yaşa, var ol!..

• Senin güzellik denizin birdenbire dalgalanır, coşarsa şu zavallı dünya incilerle dolar. Gökyüzü ise cennet haline gelir.

• Sen güzel yüzünü ne tarafa çevirirsen önünde güller biter. Dilerim ki ayağını bastığın topraklar altın olsun!..

• însanlık hali öfkeye kapılır da acı sözler söylersen, kötü laflar edersen söyle; çekinme! Çünkü senin cefan, safadır. Cevrin tamamıyla tatlıdır,tamamıyla tattır.

• Ya Rabbî! Sen sevgilime çok uyanık bir gönül ver, uzun sağlıklı bir ömür ihsan et; yücelikler lütf et, yüzlerce yıl yaşasın. Ona övünülecek nazlar ver de biz de o nazlarla övünelim.



100. însanı büyüleyen güzel yüzünü gösterince mihnet ordusu, keder ordusu bozguna uğrar.

Fe'ilatün, Fe'ilatiin, Fe'ilatün, Fe'ilün
(c.I, 167)

• Aşkınla perişan ettiğin, hasta ettiğin zavallının hatırını senden başka kirn rar? Ey Hz. îsa gibi hastalara şifa veren, ölüleri dirilten sevgili; hasta hatırını sormak için gel!

• Gel de "Nasılsın?" diye bu hastanın başına elini koy! Onun suçunu aklına getirme, kinini unut!..

• Zaten o kaza ve kaderin cilvesine uğramış, bela güneşi onun başına kılıç vurmuş. Sen gel de onun başına ihsan gölgesi, rıza gölgesi düşür!

• 0 suçludur, kusurludur. Yüzlerce mihnete, yüzlerce eziyete layıktır ama, sana layık olan, sana yakışan şey, bağışlamaktır, keremde bulunmaktır, lütufta bulunmaktır.

• Aşk zevkini vererek, sevmeyi öğrenerek lütuflarda, ihsanlarda bulunduğun, yüzlerce manevî sütle, şekerle beslediğin şu gönüle, bunca lutuflardan, tatlılıklardan sonra, her nefesde her an cefa zehrini tattırma!

• Aşk hastalarına deva sensin, şifa sensin! Çünkü o insanı büyüleyen güzel yüzünü gösterince mihnet ordusu, keder ordusu bozguna uğrar, kaçar, gider.

• Bütün alem, bütün insanlar bir beden gibidir. Herkesin, herşeyin başı da, canı da sensin. Başsız olan kişi, başı gövdesinden ayrılan kimse, nasıl olur da diri kalır?

"Sadî hazretlerinin şu beyitleri de ibretle okunmağa değer:

Ademoğulları aynı vücudun uzuvları gibidir. Çünkü insanların hepsi aynı cevherden yaradışlardır. Hepsi de ilahî emaneti taşımaktadırlar. Zaman bir uzva bir dert verirse öbür uzuvlar rahatsız olurlar. Eğer sen başka insanların denlerinden üzülmezsen, sana insan demek yakışmaz.

   124. Onun can alışı, bedenimin bütün zerrelerini mest eder.

Fe'ilatiin, Fe'ilatün, Fe'ilatiin, Fe'ilün
(c. I, 263)

•Sevgili şeker gibi tatlı bir gülüşle, canımı alırsa ben aşk şehidi olurum da, Allah benim gönlümü ebedî olarak ona kavuşturur.

•Canımı o alırsa üzülmek şöyle dursun, işte o zaman neşelenirim. Işte o zaman canım gülmeğe başlar. Onun can alışı bedenimin bütün zerrelerini mest . Her tarafım manevî bir zevk içinde, mutlu bir halde ölümü karşılar.

•Ölüm haberi ile bedenimde bulunan her zerrenin özü, onun lütfu ile mest olurda; "Sevgilim ne kadar da güzel, ne kadar da üstün bir varlıktır!" diye oynamaya başlarlar.

•İçinde bulundukları o mutlu güne seslenirler de; "Ey gün, sen ne hoş bır ömrün uzun olsun!" derler. Benim bu ölüm günüm, sevgili ile buluşma günüdür. Eğlence günüdür, şarap içme günüdür. Çeşitli nimetleri yeme günü, şikayetlerden kurtulup, Allah'dan razı olma günüdür.

•Allah küpe benzeyen bedenimi aşk şarabı ile yoğurdu. Rabbim bana lütuf da bulundu. Benim hakkımda ne de güzel bir takdirde bulunmuş; takdiri ne güzel çıktı!

•Ben öyle tesirli bir aşk şarabı içtim ki, dünya küpüne sığamıyorum. Dokuz gök bile benim köpüğüme, benim coşkunluğuma dayanamaz.



125. Aşk şarabı!

Mefülü, Fa'liin, Mef'Olü, Fa'lün
 (c.I, 265)



• Herkesin istediği, can da derman da onda olan aşk şarabının özlemini ne zamana kadar çekeceğiz? Ey sakî! Kalk, özlemini çektiğimiz o şarabdan bize sun!

• 0 şarapta sevginin, sevgilinin sırrı vardır. Sevgilinin nazı vardır. Sesi vardır. Ey sakî! Kalk o şaraptan bize sun!

• Aşk yolunda Allah bizi korur. Bizim sakîmiz, gölge bir varlık olan insan değildir. Bizim sakîmiz saadet, kutluluktur. Saadet hanımla buluşmak ne kadar da hoştur; ne kadar da güzeldir! Onun verdiği şarap mideye gitmez. Haydi ey sakîmiz, ey kutluluğumuz; o şaraptan sun!

• Ben her ne kadar sevgilinin yanında isen de, sevgili beni kucaklıyorsa da kararım yok. Ona kavuştuğum halde huzursuzum. Onu kaybederim diye içimde bir korku var. Ne olursa olsun, haydi kalk ey kutluluğumuz bize açk şarabı sun!

Şirazlı Hafız merhum

"Bir bülbül gagasına güzel renkli bir gül yaprağı almış, o vuslat nimetine eriştiği halde yine hazin hazin, tatlı tatlı feryada koyulmuştu. Ona dedim ki: 'Vaslına eriştiğin halde bu deryada, bıı figana sebeb ne?' Dedi ki: 'Sevgilinin cilvesî bizi bu işe düşürdü. bu hale getirdi.' Seyyid Nesîmî de: "Vasl erişince canıma, hüzün ve melal içindeyim" demişti. Rabi'a Hatun namına yazılan bir şiirde; "Ben ta senin yanında dahi hasretim sana demişti.

• Bize şarap sunan mutluluk diyor ki: "Ben size üzüm şarabı değil de, aşk şarabı sunduğum için pek memnunum, pek hoşum. Fırsatı kaçırmayın, bu şaraptan bol bol için!" diyorsa da biz dünya işlerine dalmışız, birbirimizle çekişip duruyoruz. Ama ey mutluluk! Sen yine bize o şaraptan sun!



126. Rüzgar aşık olmasaydı böyle esip durmazdı.

Fe'ilatün, Fe'ilatün. Fe'ilatiin, Fe'ilün
(c. 7, tercî' 4)

• Ne yazık ki gece geldi. Hepimiz ayrı düştük. Ne mutlu o kişiye ki gece i herkes uykuda iken Allah ona dosttur, arkadaştır.

• Geceleyin hepsi uyudular. Hepsi de cansız birer varlık gibi yerlere serildi yataklara düştüler. Ey bizim dostumuz! Ey cihanın padişahı! Aman sen uyuma.

• Bu beden toprağını kaldırıp gezdiren, oradan oraya götüren ruh rüzgarıdır.İnsan uykuya dalınca o ruh rüzgarı toprak bedenden muvakkat bir zamançekilince, beden düşüp yere serilir

•Fakat rüh rüzgarı geceleyin bu toprak bedenden büsbütün el çekmez. Eli üstündedir. Çünkü o toprak bedenle sevişmektedir. Ayrı ayrı yerden oldukları halde, birisi topraktan, birisi rüh aleminden geldikleri halde, Allah muakkat bir zaman için onlan birbirine dost kılmıştır.

•Rüzgar sebatsızdır. Bir yerde durmaz. Bu sebeple onun vefası yoktur. ene karşı duyduğu aşk, onu vefasız hale sokmuştur. Rüzgar aşık olmalı, böyle esip durmazdı. Bir yerde karar kılardı.

Mevlana bir Mesnevî beytinde şöyle buyurur:

"Çihanın bütün zerreleri o ezelî hüküm dolayısı ile çift çift; her çift birbirine aşıktır. Gökyüzü yeryüzüne; 'Merhaba!' der. 'Seninle ben kehribarla saman çöpü gibiyiz, birbirimizi viyoruz.'" Mesnevî, c. III, nr. 4401; Divan-ı Kebîr'm başka bir yerinde:
"Dünyanın her cüzü, her şey aşıktır. Her şey sevgili ile buluşmak için çırpınır durur."Divan-ı Kebîr, c. VI, nr. 2674.) diye buyunır.





127. Dilenciden bir şey dilenmek akıl karı değildir.

Mefulü, Fa'ilStü, Mefa'îlii, FS'ilat
 (c. 7, tereî' 7)

• "Ne duruyorsunuz? Nevrüz geldi, bahar geldi." diye aşıklık, gençlik, mestlik, bir de sevgilimiz, bizi çağırıyor.

• Dünyanın gözü şimdiye kadar böyle güzel bir bahar görmedi. Dağlardan, ovalardan hayat fışkırıyor, kimya bitiyor.

• Her ağaç iyi bahtlı bir huri kızını kucaklamış, bağrına basmış, onunla sevişiyor, onu kimseye göstermek istemiyor. Eğer sen onun mahremi isen, eğer sende onu görecek göz varsa, kaçamak olarak gizlice o hüri kızını seyret!

• Çiçekler tas tas can şarabı içmede. Onlara dikkatle bak; onlar seni de çağırıyorlar. "Miskinliği üstünden at, gel can şarabı iç de canlan!" diyorlar.

• Şarabın nasıl içildiğini görmedinse, bilmiyorsan, hiç olmazsa sarhoş olmuş çiçeklerin hafif hafif sallanışlannı seyret! Ey çiçekler! Ey güzel varlıklar; can aleminden gelip bahar mevsiminde topraktan baş kaldıran peri kızları, var olun, yaşayın, merhaba, merhaba ey can şarabı, merhaba.

• Süsen, goncaya; "Niçin derin uykuya dalmışsın? Haydi kalk, gözünü aç, etrafına bir bak.. bak da kurulmuş muhteşem içki sofrasını, yanan mumları, içilen şarapları, fitne koparan güzelleri gör!" der.

• Reyhanlar, laleler şarap kadehlerini ellerine almışlar, içip duruyorlar. Bu ikramlar, bu lütuflar, bu bağışlar, bu ziyafetler, bu şaraplar kimden? Kim veriyor bunları, bu kadar masrafa kim giriyor? Bütün bunlar Allah'tan başka kimden olabilir?

• Dikkatle etrafına bakarsan görürsün ki Allah ganîdir, yani çok zengindir. Herkes ona nazaran fakir, herkes kederli, dertli, herkesin suratı asık. Hayat şartları herkesi perişan etmiş, didinmeler, çırpınmalar, çekişmeler, boş yere kavgalar hayatı zehir etmiş; zengin ve neşeli gördüğün insanların yüzleri gülüyor ama hırslarından içleri kan ağlıyor.

• Dilenciden birşey dilenmek akıl karı değildir. Dünya bir dilencidir. Sen de asıl padişahı unutuyor, dünyadan bir şeyler istiyorsun. Zavallı dünya! 0 da yüksek bir şarap içmiş de mest olmuş bir yerde duramıyor, dönüp duruyor.

• Bülbül gülün kulağına eğildi de birşeyler söyledi. Gizlice ona; "Şükret, Allahıın lütfu, ihsanı asla bizden eksilmesin." dedi.



128. Aşkının ateşi benim bütün sabrımı, kararımı yaktı.

Fa'ilatiin, Fa'ilatün, Fa'ilatün, Fa'ilat
(c. 7, tereî' 5)

•Gönlümün derdinden neler çektiğimi gördün ya, gel ey güzel sevgilim! gel, tez gel, tez gel!

•Sermayem, kazancım giderse gitsin, korkmuyorum. Yeter ki sen kal, sen le! Çünkü sen benim ömrümsün, hayatımsın. Her kazancın sermayesi sin. Gel, gel, sensiz ben ne yaparım?

• Canımın canı! Ey gönlümün dostu! Senin yüzünü görmeden evvelce ben sabırlı bir kişiydim. Senin aşkının ateşi benim bütün sabrımı, kararımı yaktı. sevgili gel! Sensiz ben yaşayamam, gel!

•Benden ayrılmak ve uzaklara gitmekle düşmanı sevindirmek istiyorsan, bana karşı olan soğuk davranışlarında düşman sevindi, için rahat etsin! Artık dara gitmeye gerek yok. Boş yere beni üzme, gel!

•Sen her ne kadar hissiz, taş yürekli isen de bu davranışların bana karşıdır. iki cihanın da çok değerli bir incisisin. Taşın içinden fışkırıp çıkan rahmet suyu gibi gel!

•Canın ve gönlün iniltilerine senden başka mahrem yoktur. Benim gönlüm dağ gibidir. Haydi sen bu dağa bir Davud (a.s.) gibi, bunu seslendir.

•Ey Tebrizli Şems! Ayrılık ezelden gelen bir kaza ve kaderdir. "Alın yazımız böyleymiş!" deme! Sen öyle bir hükmü istiyorsan, o oldu demektir. Haydi bir kaza ve kader olarak gel!



129-Sevgili geldi, hiç bir su ile sönmeyecek aşk ateşini gönlümüze düşürdü.

Mef'ulü, FS'ilat, Mefa'îlü, Fa'ilat
 (c. I, 310)

• Feleğin, gökyüzünün, rüyada bile görmediği o ay yüzlü sevgili yine geldi. Hiç bir su ile sönmeyecek aşk ateşini yine gönlümüze düşürdü.

• Sen benim bir beden evime bak, bir de canıma bak! Beden aşk şarabıyla mest olmuş. Can ise o şaraba dayanamamış, yıkılmış, yerlere serilmiş.

• Şarap evinin, meyhanenin sahibi gönlümle dost olunca, kanım aşk şarabı oldu; damarlarımda dolaşmağa başladı. Ciğerim de aşk ateşinde kebap oldu.

• Gözüm onun güzel hayali ile dolunca ona bu lütfu verdiği için; "Ey kadeh, sen ne tesirlisin, ne güzelsin? Ey şarap var ol, aferin sana!" diye sesler geliyor.

• Gönül aşk denizini görünce beni yalnız bırakarak birden bire içten fırladı, kendini o denize attı ve bana: "Haydi, elinden geliyorsa ara da beni bul bakalım!" diye seslendi.

• Doğunun güneşi ve Tebrîz şehrinin kendisi ile iftihar ettiği Şemseddin'in yüzünün parlak güneşinin ardısıra bulutlar gibi aşık gönüller koşuşup duruyor.



130. Yıldızlar bana; "Bu gece çok aydınlık, çok parlak!" diye seslendiler.

Müstef'ilün, Fe'uliin, Müstef'ilün,
(c.I, 305)

• Bir yaz gecesi oturmuş ay ışığında düşüncelere dalmıştım. Birden bire yıldızlar bana; "Bu gece çok aydınlık, çok parlak!" diye seslendiler. Bu sesi yunca yıldızlara; "Haberiniz yok mu?" dedim. "Biz bu gece o ay yüzlü sevgili ile beraberiz!"

• Herkese seslenmek, herkesi çağırmak için yüksek dama çık; "Bu gece herhangi bir gece değildir. Bu gece mana güllerinin devşirileceği bir gecedir. Bu ce kadehsiz mana şarabının içileceği bir gecedir. Geliniz fırsatı kaçırmayın!" diye Hakk dostlarını çağır!

• Bu gece sevgilimiz gönül gibi bizimle beraberdir. Bizim kucağımızdadır.Elini sevgi ile boynumuza atmıştır

"Bu beyitler yanlış anlaşılmamalı. Tamamıyla manevî manalar ifade etmektedir. Cenab-ı Hakk; "Nerde olursanız, ben sizinle beraberim!" (Hadîd Suresi, 57/4) diye buyuruyor. Haşa Allah maddî bir varlık mıdır ki bizim yanımızda bulunsun? Bütün bunlar Allah'ı manen hisetmemizi, O'nun bize pek yakın olduğunu anlatmak içindir.

• Aşıklar meclisinde sabaha kadar şarap kadehi dönmede, ihsanlar, iyilikler ilmede, bu gece sabaha kadar gül süsenle halvete girmişler, yalnız başlarına kalmışlardır.

• Ben bu mehtaplı gecede çok cömert olacağım. Vuslat şarabını herkese; halkın ileri gelenlerine de, geride kalanlarına da, bilginlerine de, bilgisizlerine de bol bol sunacağım.

•Sen bu gece gönlün elindeki korku bağlarını çöz! Çöz de, gitsin başını aşkın ayağına koysun! Çünkü kem gözüm korkusundan ağlayıp duran o zavallı bu gece emniyettedir.

   

131. Senin güzel yüzünün nürundan her mescitte benim güneşten bir mihrabım var!

Mefa'îlün, Mefa'îlün, Fe'ulün
(c. 1, 295)

• Ey güzel yüzü yüzlerce "ay"a bedel olan sevgili! "Gece oldu, vakit geçti." deme, acele etme!

• Ey can Kabesi! Senin yüzünün nürundan her mescitte benim güneşten bir mihrabım var.

• Yanlış söyledim. Ben öyle bir nüra yönelmişim ki, bizim mescidimizde güneş kapının dışında bulunur ve kapıcılık eder.

• Dünya nimetlerinin sarhoşluğu ile kendimize hayatı zehir ettik ve binlerce kuyuya düştük. Ancak onun aşkı bizi çengel gibi tutar, dışarıya çeker, çıkarır.

• Senin yüzünden can meclisi öyle nurlu, öyle parlaktır ki, dostların canı gözlerdeki nür, orada yanan çerağ, aydınlığı hep can meclisinden, senin nürundan alırlar.

• Gönül bahçesi o devlet selvisinin yüzünden güler, kanımız, o unnab dalının yüzünden coşar, kaynar!

• Ey sevgili! Sen ferahlık içinde ferahlıksın. Allah'ın makbul kulları için açtığı kapıların anahtarı sensin.



132. Gözler hırsla, göz çukurlannda cıva gibi kararsız hale gelmiş!

Fe'ilatiin, Mefa'ilün, Fe'ilat
 (c.I, 315)

• Gözler uykudan açılmıyor. Kendini zorla! Gözünü aç da içinde bulunduğun insanlara, topluluğa ibretle bak!

• Bak da gör, insanlar dünya nimetlerine nasıl dalmışlar, huzuru, mutluluğu kaybetmişler, gözler hırsla göz çukurlarında cıva gibi kararsız bir gelmiş.

• Gece uzadı, halk bu mehtaplı gecede yıldızlar gibi ay ışığına düştü.

•Bütün düşünceler, yapraklar gibi döküldü. Bütün sebeplerin üstüne tozkondu.

•Akıl şaşırdı kaldı, bir köşeye çekildi de diyor ki: "Haydi, akıl eğer senin aklınsa beni bul bakalım, ben neredeyim?"



133. Bu dünyada başa gelen bela lokmalarını yiyip sindirmeyen ilahî aşka ulaşamaz.

Mef'fllü, Fa'ilat, Mefa'îlii, Fa'ilat
(c.I, 309)

•Aşk benim gönlümü yıktığı, harap ettiği için bu gönül harabesine güneşin rahatca, engelsiz vurması gerek.

• Padişah bana dua etmiş, kendi duasını da kendisi kabul etmiş. Bu haberi yunca utandım, ayakta duramadım, yerlere yıkıldım.

•Beni huzura kavuşturmak için çok defalar yüzünü gösterdi. Ben "O'nun zünü gördüm." dedim ama aslında o gördüğüm yüz değildi. Yüzünün gül bir örtüsü idi.

•O'nun yüzündeki örtünün nüru bile bütün alemi yakıp yandırıyor.

•Ya Rabbi! 0 padişah yüzündeki örtüyü kaldırsa da, yüzünü örtüsüz olarak gösterse alemin hali nice olur?

•Aşk benim yanımdan geçti, ben de onun ardına düştüm. Koşmaya başladım. Geri döndü, beni görünce kızdı. Kartal gibi üstüme saldırırdı. Beni bir lokma edip yutuverdi.

•0 beni yutunca, ben zamaneden de geçtim, dünyadan da kurtuldum. Artık ; bir emelim, arzum kalmadı. Sanki çok tatlı bir denize daldım. Azabdan da kurrtuldum, elemden de.

• Bu dünyada başa gelen bela lokmalarını yiyip sindirmeyen, îlahî aşk şarabının lezzetini tatmamış kişidir.

• Bu gerçeği bildikleri, bu gerçeğe güvendikleri için, peygamberler başlarına gelen belalardan şikayet şöyle dursun, onları şerbet gibi içtiler. Çünkü su, hiç bir zaman ateşten korkmaz.


134. Dünyada gördüğün güzellerin gül gibi olan yanaklarındaki renkler de o bahçedendir.

Mefa'îlün, Mefa'îlün, Fe'uliin
(c.I, 294)

• Artık kamil insanlar görünmez oldular. Dünyada akan mana ırmağının suyu kesildi. Ey ilkbahar! Göklerden, ötelerden su gönder de şu değirmen dönsün, yani insanlar yeniden manevî hayatı yaşasınlar.

• Yeryüzü ile gökyüzü kova ile testiye benzerler. Fakat insanların rühlarının susuzluğunu kovadaki, testideki su gideremez. Çünkü onların işine yarayacak su yeryüzünden de dışardadır, gökyüzünden de. 0 su ötelerdedir.

• Ey insanoğlu! Günahlarla, cinayetlerle dolu şu dünyadan kurtulmak için acele, yeryüzıinden de, gökyüzünden de dışarı çık; çık da ötelerde mekansızlık alemindeki suyu gör!

• Senin can balığın kirlenmiş olan şu havuzdan kurtulur da, ucu bucağı bulunmayan berrak, tatlı mekansızlık denizine kendini atar, kana kana su içer. Susuzluktan kurtulur.

• Sen o mekansızlık aleminde öyle bir denize dalarsın ki oradaki balıklar Hızır kesilmişlerdir. Orada balık da ölümsüzdür, su da!..

• Gözlere nür oralardan gelir; mana damlarının oluklarından akan su da o denizdendir.

•Dünyada gördüğün güzellerin gül gibi olan yanaklarındaki renkler de, kokular da o bahçedendir. Bütün gül bahçeleri de o dolaptan akan su ile sulanır.



135. Madem ki aşkın yok, git bol bol uyu!

Mefa'îlün, Fe'ilatün, Mefa'îlün, Fe'ilün
(c.I, 314)

•Madem ki aşkın yok, aşık değilsin, sana uyumak yaraşır; git bol bol uyu. O'nun aşkı ve gamı bizim nasibimizdir.

•Biz sevgilimizin gam güneşinin tesiri ile zerre zerre olduk. Çünkü biz onn gelen gamı da seviyoruz. Madem ki senin gönlünde böyle bir duyguyle bir heves uyanmamıştır, git bol bol uyu!

•Onu bulmak, ona kavuşmak ümidi ile köpürerek, ağlayarak başını taştan taşa çalan, dağlardan denize doğru koşan sular gibi biz de koşup duruyoruz,ou arıyoruz. Sende ise "Sevgili nerede? Onu nasıl bulurum?" arayışı, üzüntüsü yok. Sen git bol bol uyu!

•Aşk yolu yetmiş iki milletin inancının dışındadır. Madem ki senin aşkın,inancın taklitten, gösterişten ibarettir, sen git uyu!.

•Bizler aşkın eline düştük, kendimizden kurtulduk. Bakalım aşk bize ne yapacak? Sen ise kendindesin, kendi elindesin, kendine tapıyorsun. Senin için uyumak gerekir, git bol bol uyu!



136. Uyku geldi, bütün insanları kaptı uyuttu. Ama ben uyumadım. Seni düşündüm.

Fe'ilatün, Fe'ilatiin, Pe'ilatün, Fe'ilün
 (c.1, 300)

• Bütün gece güzel yüzünü seyrederek, tatlı sözlerini dinleyerek lütuflara nail oldum.

• Her ne kadar gönlüm pervane gibi senin güzelliğinin mumunda yandı, yakıldı ise de, ben bütün gece güzel yüzünün mumu etrafında pervane gibi uçup durdum.

• Gece kıskançlığından ötürü aya benzeyen yüzünü bana göstermemek için karanlığı ile bir çadır kurdu. Fakat ben ayın bulutları yırttığı gibi gecenin karanlık çadırını yırttım, güzel yüzünü seyre daldım.

• Gönlüm arı kovanı gibi uğultularla dolu idi. Ben de, ey bal madeni, bütün gece senden bal aldım.

• Gece tuzağı olan uyku geldi, bütün insanları kaptı, uyuttu. Ama ben uyumadım. Kuşun küçük yüreği gibi bütün gece uykunun tuzağında çırpındım, durdum.

• Bütün canlar güvercinler gibi onun hükmündedir. Işte ben de bütün gece hükmünün tuzağında onu aradım, onu istedim.



137. Ey güzellerin padişahı! Sakın bu gece uyuma!

Mef'ulil, Mefa'îlün, Mef'ulü, Mefa'îliin
 (c.I, 293)

• Ey can! Ben bu gece senin misafirinim. Yalvarırım sana sakın uyuma! Ey canımın ve gönlümün misafiri olan güzel! Sen de sakın bu gece uyuma!

• Senın ayın ondördü gibi nürlu, parlak güzel yüzün gelince, bu gece bize kadir gecesi oldu. Ey bütün dünya güzellerinin padişahı! Sakın bu gece uyuma!

•Ey yüzlerce bahçenin servisi! Mest olanların gönüllerinin huzuru, rahatı gönlümüde, canımı da aldın götürdün. Sakın bu gece uyuma!

•Ey gülen hoş bağ! Sensiz benim için iki dünya da zindan gibidir. Her şey senindir. Sen çok üstün bir güzelsin. Sakın bu gece uyuma!



138. Rebab aşk kaynağıdır.

Mefa'îliin, Fe'ilatün, Mefa'îlün, Pa'îlün
 (c.I, 313)

•Rebab aşk kaynağıdır. Arkadaşların dostudur, en yakınıdır. Araplar da faydalı olduğu için buluta rebab adını vermişlerdir.

•Bulut nasıl gülü, gül bahçesini sularsa, rebab da gönüller gıdasıdır, ruhlar sakisidir..

•Ateşe üflendiği zaman alevleri artar, yükselir. Yere üflenirse tozlardan başka bir şey kalkmaz.

•Rebab doğan kuşu için bir çağrıdır. "Padişahın yanına gel! Koluna kon!"diye doğanı çağırır durur. Fakat davul çalmakla karga kalkıp padişahın yanına gelmez. Yani rebab sesi aşıklar için Hakk'a bir çağrıdır.

•Eşek nerede? Hz. îsa'nın îlahî aşkından bahsetmek nerede? Darda kalanlara kapılar  açan Allah, ona bu kapıyı açmamıştır.

•Aşk, kavuşma, buluşma saadeti olup Hakk'la aramızdaki perdeleri kaldırarak gönül evinin içine girmek için bir can elbisesi gibidir. "Ademoğullarını üstün kıldık." gerdanlığıdır.

"İsra suresi, 17/70. ayete işaret edilmektedir: "Ademoğullannı bütün varlıklara üstün kıldık."

•Şehvet peşinde koşanlara, bedenlere gönül verenlere aşktan pek söz açma! Çünkü onlar, korku ve ümit arasında yaşamakta, sevap ve günah hesabıyla uğraşmaktadırlar.



139. Rebab inleyerek, gözyaşları dökerek neler söylüyor?

Fa'ilatün, Fa'ilatün. Fa'ilün
(c.I, 304)

• Hiç biliyor musun: Rebab ne söylüyor, gözyaşları dökerek, içi yanarak neler anlatıyor?

• Diyor ki: "Ben etinden ayrılmış, uzaklara düşmüş bir deriyim. Ayrılık acısı beni azab içinde bıraktı. Nasıl ağlamıyayım, nasıl feryat etmeyeyim?"

• Rebabda bulunan deri bunları söylerken, önde bulunan tahta da dile gelmiş diyor ki: "Ben yem yeşil bir dal idim. Beni acımadan balta ile kestiler, bıçkı ile biçtiler. Rebab yaptılar."

• Ey Hakk aşıkları! Ey mana padişahları! Bizler ayrılık garipleriyiz. Biz sonunda dönüp dolaşıp huzuruna varacağımız Allah'a yalvarmada, yakarmada, feryat etmekteyiz. Ne olur bu feryadımızı duyun anlayın!

• Önce Hakk'tan aynldık da bu dünyaya geldik. Fakat biz halden hale, şekilden şekile girerek, döne dolaşa yine ona gidiyoruz.

• Ey misafir! Hiç bir menzile, hiç bir durağa gönül verme ki ondan ayrıldığın zaman, onu kaybettiğin vakit için yanmasın! Gönlün yaralanrnasın!

• Çünkü babanın tohumundan gençlik çağına gelinceye kadar çok menziller aştın, çok şekillere girdin!

• Rebabın bu feryadı ister Türk olsun, ister Rum olsun, ister Arap olsun, aşık ise onun dilincedir, onun dilidir.

• Bu ses altı yönden de dışarı çıkmış, göklere yükselmiştir. Yönden kaç; ay ışığından çık kurtul!



140. Yanını yere koyup uyuma! Sevgili yanındadır.

Müstef'ilün, Fe'ulün, Müstef'ilün, Fe'ulün
(c.I, 307)

•Bütün dostların işi bu gece altın gibi halis ve parlaktır. Hak aşıklarını çekemeyen hasetçilerin canları ise bu gece kördür, sağırdır. Onlar hakîkati göremezler, hakîkati bildiren sözleri işitemezler.

•Allah'ın güzellik deryası dalgalanınca, bu gece sevgilinin ayak bastığı topraktan anber kokuları yayılmaktadır.

•Biz daima ezelî sevgili ile hoşuz, o bizden razı, biz de ondan razıyız. Fakat Allahın lütfu ile bu gece o da başka türlüdür, biz de başka türlüyüz.

•Ey gönül! Bu gece uyuma! Varacağın menzile doğru yürü. Çünkü gizli şili hep bizi gözetlemektedir.

•Yanını yere koyup uyuma ki, sevgili senin yanı başındadır. Sevgi sırrını da sakla ki, bu gece yüzünden o sır çok hoştur, çok latiftir.

•Elinden  tutacak olan geldi. Bu gece elinden tuttu. Bu sebeple bu gece devlet saadet dalı yemyeşil olarak oynamaya başladı.

•Allah'a yemin ederim ki, bu gece uyku, bana haramdır. Çünkü su kuşu olan can, kevsere kavuştu, kevseri buldu.


141. Bu gece Hakk da uyanıktır, bizler de uyanığız.

Mefa'îliin, Mefa'îlün, Fe'ulün
(c.I, 269)

• Ey bizi evine mihman eden, misafir eden sevgili! Bu gece uyuma! Çünkü sen rühsun, bizse bu gece hastalarız.

• Sırların, gizli şeylerin gözünden uykuyu defet gitsin! Gitsin de bu gece bütün gizlilikler ortaya çıksın.

• Ayrılık yüzünden parlaklığını kaybetmiş, paslanmış gökyüzünün pasını gideresin! Onu cilalayasın diye Allah sana bu gece bir cila verdi.

• Allah'a hamdolsun ki, şu anda herkes uykuda. Ben ise uyanığım. Benim bu gece yaratıcı ile işim, gücüm var.

• Bu ne şereftir, bu ne uyanık bahttır ki bu gece Hakk da uyanıktır, bizler de uyanığız.

• Hiç bir geceye benzemeyen bu gece, gözlerim seher vaktine kadar uyanık kalmaz da uykuya dalarsa, ben bu gözlerden bîzar olurum, usanırım.

• Sustum, dudaklarımı kapadım. Ama bu gece, ben sözsüz, sessiz, sadasız konuşuyorum.



142. Gecenin hakîkatini gören uyumak istemez.

Müfte'ilün, Müfte'ilün, Fa'ilat
 (c.I, 316)

• Biz gece ile savaşa girişince, onu alt üst ederiz, onun denizinden toz koparırız.

• Gecenin hakîkatini görebilen,istemez. Uykudan kaçar.

•Bir çok nurlu gönüller, nürlu yüzler, tertemiz canlar geceyi ihya ederler, uyumazlar, ibadet ederler, Allah'a yalvarırlar yakarırlar.

•Gece gayb dilberinin mana güzelinin yüzünün tülüdür, duvağıdır. Gündüz nasıl olur da geceye eş olabilir?

•Senin nazarında gece, simsiyah bir tencere gibidir. Çünkü sen onda pişirilen gece helvasından tatmadın, gecenin hakîkatinin ne olduğunu anlamadın!

•Gündüz kazanç ve kar zamanıdır. Fakat gece sevdasının bambaşka bir zevki varrdır.

•Gece geldi, alış verişten, kazançtan beni alıkoydu, elimi bağladı, birşey yapamaz oldum. Seher vaktine kadar gecenin de ayağı bağlı kaldı.



143. Bir gece de sevgilinin hatırı için uyuma!

Mefa'îlün, Pe'ilatün, Meta'îliin, Fe'ilün
(c.1, 312)

•Senin canın hakkı için hayırh işler yapmaktan vazgeçme, uyuma! Gaflete dalma! Bir geceyi ömründen azalmış bil, eksik say, uyanık kal, uyuma!

•Kendi heva ve hevesine uydun, rahatını düşündün, binlerce gece uyudun. ne olur bir gececik de sevgilinin hatırı için uyuma!

•Eşi benzeri olmayan, geceleri hiç uyumayan o lutf sahibi, o güzeller güzelı vgiliye uy! Gönlünü ona ver! Onu kendi gönlünde bul da, sen de uyanık kal, ııyuma!

•Sabaha kadar uyanık kaldığın; "Ya Rabbî, ya Rabbî!" diye feryat ettiğin o hastalık gecesini hatırla, o geceden kork da uyuma!

•Cenab-ı Hakk; "Dostlar, geceleri uyumazlar." diye buyurdu. Bu ayeti duyup, hatanı anlayarak utandınsa artık uyuma!

"Zariyat Suresi, 51/17-18. ayetlerinden iktibas var."

• İşitmişsindir. Allah dostları isteklerine, muratlarına geceleyin kavuşurlar, dostlarının muratlarını veren padişahlar padişahının aşkına, sen de bu gece uyuma!

• Binlerce defa sana; "Sus!" dedim. Sözden fayda yok. Birini getir ki, binine bedel olsun, uyuma!



144. Dedim, dedi.

Müstef'ilün, Fe'ülün, Müstef'ilün, Fe'Olün
(c.I, 436)

• Sevgıli dedi ki: "Kapımı çalan kimdir?" Dedim ki: "Ben değersiz köleniz!" dedi kı: "Burada senin ne işin var?" Dedim ki: "Ey ay yüzlüm sana selam etmek  hatırınızı sormak isterim."

• Dedı kı: "Ne zamana kadar kapımın önünde duracaksın?" Dedim ki: "Sen "içeıi çağınncaya kadar." Dedi ki: " Daha ne vakte kadar coşacaksın, söylenip duracaksın?" Dedim ki: "Kıyamet kopuncaya kadar."

• O zaman ben ona karş1 duyduğum sevgiden bahsettim. îçim yanarak aşk davasına giriştim de yeminler ettim. Aşk yüzünden malımı,,mülkümü kaybettim adım kötüye çıktı diye sızlandım.

• Sevgili dedi ki: "Bu dava için hakim şahit ister." Dedim ki: "Benim şahidim göz yaşlarım, yüzümün sarılığı da davamın doğruluğunu, seni ne kadar çok sevdiğimi isbat eder.

•Dedikii: "Senin şahidin, uygun bir şahit değil. Çünkü o yaşları döken göz edebli, terbiyeli olsalardı, güzellere güzel bakarlardı; kötü bakıp da kirlenmezlerdi." Dedim ki: "Adaletiniz üstüne yemin ederim ki gözlerim de, yüzümde güvenilir, suçsuz, temiz kişilerdir."

• Dediki "Yol arkadaşın kimdi? Seni kim benim evime getirdi?" Dedim ki: padişahım, yol arkadaşım, senin güzel hayalin idi." "Peki!" dedi. "Ben seni cağırmadım ki, seni buraya kim çağırdı?" Dedim ki: "Senin hoş kokun, kadehinizin kokusu."

• Dedi ki: "Açık söyle, maksadın nedir?" Dedim ki: "Sana daima vefalı olmak, dostluk etmek isterim." Dedi ki: "Benden ne istersin?" Dedim ki: "Herkese, herşeye gösterdiğin lutfu, iyiliği isterim."

• Dedi ki: "Buraya gelirken gördüğün ve çok beğendiğin yer neresidir?"dedim ki: "Kayser'in köşkü!" Dedi ki: "Orada ne gördün?" Dedim ki:bînlerce kerem, yüzlerce lütuf!"

• Dedi ki: "Yol nasıldı? Tenha mı idi?" Dedim ki: "Yolda, yol kesenin korkusu vardı." Dedi ki: "Yol kesen kimdi?" Dedim ki: "Bu çıkışmanız, bu kaynamanız, bu ayıplamanız."

• Dedi ki: "Sence en emin yer neresidir?" Dedim ki: "Zahitlik ve takva yeri!" Dedi ki: "Zahitlik dediğin nedir?" Dedim ki: "Selamet esenlik yolu!

•Dedi ki: "Nerede afet var, bela var, ıstırap var?" Dedim ki: "Senin aşkının mahallesinde." Dedi ki: "Sen orada ne halde idin? Nasıldın?" Dedim ki: şikayet etmeden sana bağlılıkta, vefada, doğrulukta idim?"

• Ben aşkı çok denedim. Fakat bu denemelerimden bir faydam olmadı. Kim denenmiş şeyi tekrar denerse pişman olur.

• Sonunda sevgili dedi ki: "Artık sus! Eğer ben aşkın nüktelerini, inceliklerini söylersem, kendinden geçersin de ne aklın kalır, ne fikrin."



45. Sözünün tatlılığını istedikleri için ağzından çıkan harfler, kelimeler oynarlar

Müstef'ilün, Fe'ulün, Miistef'iliin, Fe'uliin
 (c.I, 437)

• Senden gelen her cefayı, her cevri canıma minnet bilirim. Senin suçunu da, kendi suçumu da yüklenirim, boynuma alırım.

• Ey ay yüzlü güzel! Senden gelen yüzlerce cefa, yüzlerce cevr, kıymetli kumaşlardan yapılmış elbiseler gibi cana safa, çeşme şifadır.

• Sevgilim şu dünyada bulunan herkesin, herşeyin senden bir nasibi vardır. Benim nasibim de sana karşı duyduğum aşktır. Aşkını bana layık gördüğün ve lütfettiğin için ne de iyi bir lütufta bulundun. Çok yaşa; varol!

• Sunduğun şarabın lezzetinden benden önce kadeh mest olmada. Kadehin-deki lezzet yüzünden de, şarap kendinden geçmede, coşup köpürmektedir.

• Yüzünün güzelliğinin farkına vardı. "Ruh"un senin önünde secdeye kapandı. Sözünün tatlılığını işittikleri için ağzından çıkan harfler, kelimeler oynamaya başladılar.

• Aşık fazla şarhoş olunca, onu çekiştirirler, ayıplarlar, kınarlar. Zaten şarabın mezesi kınanmadan başka bir şey olamaz ki.



146. Onun gönlüne düşen dermanı olmayan dert, kimin derdidir?

FS'ilatün, Pa'ilStün,
(c.I, 428)

•Canın ayağını bağlayan, çaresiz bırakan meydan acaba kimin meydanıdır?ki min meydanı olacak; aşkın, aşkın... Bize bir hal oldu. Elden çıktık. Bu kimin hikayesi? Kimin destanı? Aşkın aşkın...

•Aşk özel kadehler dolaştırmada. Acaba aşkın dolaştırdığı bu özel kadehler kimin aşkına dolaşıp duruyor? Bunu kimse bilmez. Ancak aşk bilir.

•llkbahar geldi. Dağa da, ovaya da can verdi. Ey Allah'ım! Ey Allah'ım bu canı kim verdi? Bu can kimin canı?

•Bu ne güzel ne hoş bir bahçedir. Bu bahçeyi gördü de cennet bile mest oldu. Bu bahçedeki menekşeler, süsenler, reyhanlar kimin? Bunlara bu renklri, bu kokuları, bu güzellikleri kim verdi?

•Bu bahçenin güzelliğini gördü de gül dalı bülbülden daha fazla dile geldi. selvi; "Bu bahçe ne güzel bir bahçe; acaba kimin?" diye sallanrnağa, oynamağa başladı.

•Yasemin; "Van gülüne söylemez misin?" diyor. Böyle eşsiz bir nergis kimin nergis bahçesinde yetişmiştir?

•Yasemin diyor ki: "Ben bu soruyu sorunca Van gülü güldü de; 'Bunu bana sorma! Ben kendimde değilim. Kimin nergis bahçesinde yetiştiğini ben ; bilmiyordum.'"

•Bu bahar mevsiminde yeryüzü çeşit çeşit renklerde hoş kokulu güllerle, Yaseminlerle, nergislerle, şebboylarla süslenmişken, gökyüzünde de güneş altın bir top gibi durmadan koşmada. Şaşılacak şey! Acaba onu böyle kim dolaştırıyor? Kimin çevgeninin kıvrık yeri onu böyle asırlardan beri koşturuyor?

•Ay da aşıklar gibi onun peşine takılmış, onun peyki olmuş, solgun ışıklar saçarak, zayıf bir halde eriyerek dönüp duruyor. Acaba o kime tutulmuş? imin hayranı? Güneşe mi yoksa güneşi altın bir top gibi koşturup duranamı?

•Gökyüzündeki bulut da gamlara, tasalara batmış, düşüncelere dalmış, ateşli bir sır! Acaba o kimin için böyle ağlayıp duruyor?

•Mavi renkli elbiseler giyinmiş, gönlü aydın gökyüzü, acaba kime gönlünü aptırmış ki gece gündüz durup dinlenmeden mest bir halde dönüp duruyor?

•Onun böyle dinlenmeden, içine ateş düşmüş gibi dönüp durduğunu gören dert, ona acımış, onun derdini soruyor. Diyor ki: "Onun gönlüne düşen dermanı olmayan dert, acaba kimin derdidir?"



147. Dünya hayatında ızdıraptan ve gamdan kaçtıkça sen ham kalırsın.

Fa'ilatiin, Fa'ilatiin, Fa'ilatün, Pa'ilat
 (c.I, 389)

• Senin gönlün bende olmadıktan, benimle beraber bulunmadıktan sonra seninle beraber oturmuşuz, bir arada düşüp kalkmışız, bunun bir faydası yok. Benimle oturup kalkıyorsun ama gönlün benimle değil. Madem ki böylesin, bunun hiç bir faydası yök!

Hz. Mevlana bir ruba'îsinde: "Sen benim gönlümde oldukça, Yemen'de de olsan benim yanımdasın. Eğer sen benim gönlümde değilsen, yanımda da olsan Yemen'de sayılırsın!diye buyurmuştu.

• Ağzın bağlı,  bunun için süsuzluktan yanıyor. Sen bir ırmağın içine dalmışsın, suyun içindesin. Ama su içemiyorsun. Irmağın sana hiç bir faydası yoktur.

• Bedende can olmadıkça şeklin, maddî varlığın ne işe yarar? Ekmek, yemek olmadıktan sonra sahan ve sininin sana bir faydası yoktur.

• Yeryüzü göğe kadar miskle anberle dolu olsa, koku alamayan kişiye bunların ne faydası var?

• Dünya hayatında ateşten, yani ızdıraptan ve gamdan kaçtıkça hamur gibi ekşi kalırsın. Hamsın. Binlerce dost bulsan, binlerce güzel bulsan bunların sana hiç bir faydası yoktur!

"Meşhur Fransız şairlerinden Alfred de Musset (1810-1857) de bir şiirinde: "İnsan bir çıraktır Izdırap, bela onun ustasıdır, hocasıdır. Onu yetiştirir, gerçek insan yapar." demiştir.



148.Sen sus da harfsiz dilsiz o söylesin!

Müstef'ilün, Fe'üliin, Müstef'ilün, Fe'uliin
(c.I, 440)

•  Bugün şehrimiz, güzeller padişahı aramızda olduğu için, pek canlıdır; pek  parlaktır. Zamanımızın en üstün, en büyük insanı bir şehre gelirse, o şehir gülmez mi? Bayram etmez mi?

•  0 güzellik güneşi yeryüzünde parlayınca, yeryüzüne nürunu yayınca, toprak yeryüzü, gökyüzünden daha fazla aydınlanır, daha iyi olur.

• Merhametli sevgili gönül kapısını çalınca, o daha içeri girmeden, can onun loş kokusundan gelenin kim olduğunu anladı.

•  Şunu iyi bil ki, sıkıntılı olduğun zamanlarda senin elini tutup çeken, seni  yaratandır. Sana can yoldaşı olan o büyük padişahtır.

•  0 öyle mübarek bir güneştir, aydır ki tutulmaz. 0 insana sersemlik vermeyen bir şaraptır, o ziyansız bir kardır.

•  Sen sus da, harfsiz, dilsiz o söylesin. Zaten dil olunca bu konuşan dillerin ne değeri kalır?



149. Allah'ı seven, herhangi bir insana kul olmaz!

Fa'ilatiin, Fa'ilatiin, Fa'ilatün, Fa'ilat
 (c.I, 396)

•  Sevgilinin yolunda biz korkaklara iş yok! Sevgi yolunda yürüyenlerin hepsi de padişahtır. Orada kullara yer yoktur. Allah'ı seven herhangi bir insana kul olamaz!

•  Bahtım var, talihim var; ben mutlu bir kişiyim diye övünüyor, kendini naza cekiyorsun. Şunu iyi bil ki: "Senin bu bahtın, talihin, mutluluğun bizim büyüklüğümüze karşı bir ayıptır, utanmazlıktır."

• Fakirliğin ile övünüyorsan, yamalı hırkayı giy de padişahımızın huzuruna öyle çık! Çünkü bizim padişahımızın nazarında gösterişli, değerli elbiseler, keşişlerin kuşağı gibi değersizdir.

• Bizim şu aşk yolumuzda doğru bir kişi ol! Hileyi, eğriliği bir tarafa bırak. Çünkü meydanımız hilekarların at oynatacakları meydan değildir.



150. Akıl, aşk, ma'rifet insanı hakîkatin damına çıkaran birer merdivendir.

Fa'ilatün, Fa'ilatiin, Fa'ilatün, Fa'ilSt
 (c.I, 384)

• Aşıkların içlerinde bir başka dünya vardır. Ama bizim sevgilimizin aşkı bir başka zevktir, bir başka candır.

• Gönül gözleri açık olanlar pek çok gizli şeyler bilirler. Ama aşıkların gönülleri başka bir gizli şey bilir.

• Akıl, aşk ve ma'rifet insanı Hakk'ın, hakîkatin damına çıkaran birer merdi-vendir. Fakat hakîkat aleminde Hakk'a ulaşmak için bambaşka bir merdiven vardır.

• Mana yolunun güzelleri, bir gönülle uğraşmaktan şaşırdılar, aciz kaldılar da onlara "Gönlün bambaşka bir sevgilisi var!" diye vahiy geldi.

• Ey bir sevdaya kapılmış, kendini kaybetmiş gönlü kınamaya, ayıplamaya açılan diller! Dudaklarınızı yumun! Çünkü gönlün de bir başka dili var!

• Tebrizli Şems muma benzer. Fakat bütün mumlar onun pervanesi olmuşlardır. Çünkü onun gönlünün içinde bambaşka bir alem vardır.



   151. Daralan gönül gerçek gönül değildir.

Mef'Olü, MefS'ilün, Fe'ulün
(c.1, 365)

• Şunu iyi bil ki zaman sevdanın bir şeklinden, nakşından ibarettir. Bizim şeklimiz zamandan dışardadır. Zamana uyup kalmaz; hep değişir. Biz ihtiyarlarız ama, zaman ihtiyarlamaz, hep aynıdır.

• Dünya bir ırmak gibidir. Derenin içinde akar gider. Biz bu ırmağın dışındayız. Zaman ırmaktaki su gibi akar gider. Irmağa düşen bizim gölgelerimizdir.

• Burada pek zor, pek ince; anlaşılması müşkil bir nükte var! 0 burada değil ama yine de burada! 0 yok gibi olan bir varlık!

• Ey gönül! Canın yüzünden başka hiç bir yüze gülme! Zaten o olmayınca bütün gülüşler ağlayıştır, inleyiştir.

• Dünya meselelerine dalıp daralan gönül gerçek gönül değildir! Çünkü gönül pek geniştir. Onun ucu bucağı yoktur!

• Aslında gönül gam yemez, gönlün gıdası gam değildir. Gönül bir dudu kuşudur. 0 görülmemiş acayip şekerler yer durur.



152.Gül bahçesinde geçen aşk sırnnı bir gül bilir, bir de ağlayan bülbül!

Mef'ülü, Mefa'iliin, Fe'Olün
 (c.1, 367)

• Gönül dün gece geldi de, canın kulağına dedi ki: "Ey adını söyleyemeyeceğim, eşsiz varlık!

• Ey adını açıkça söyleyeni parçalayan, gizlice söyleyeni yakıp yandıran güzel!

• Ey can! Bilinemeyeni, tarif edilemeyeni anlatmaya kalkışan ne özür getirebilir? Ne bahane bulabilir?"

• Gül bahçesinde geçen sırrı, gizli şeyi bir gül bilir bir de hazin hazin ağlayan, feryat eden bülbül bilir.

• Sadece bülbüllerin seslerine dalıp o seslerin güzelliğinden bahseden kişi seste kalır. Seslerin ötesine geçerek aşk sırrını sezemez, anlayamaz.

• Ey o akıl almaz, eşsiz varlığı anlamaya çalışan, sezmeğe uğraşan! Ey göklere aşık olan kişi! Merdivenden bahsedip duran arifle dost ol, onunla iyi geçin!

• Herkes evden bahseder durur. Fakat; "0 evde bulunan güzel nerede? 0 nasıl bulunabilir?" diyen yok.

• Bir yaz günü sıcakta bir ağacın gölgesine sığınan herkes gölgeden, gölgeyi duşüren ağaçtan bahseder ama, o gölgeyi düşürten güneşten, güneşin nürundan kimse bahsetmez.

• Bütün bu zorlukları bilmekle beraber, dilin ona dair, onun hakkında söylediği birkaç sözle bütün kulaklar da mest oldu, akıllar da...

• Zavallı dil bir iki kırıntı buldu da ona daldı. Asıl kaynağı, madeni bıraktı.

• Halbuki aşığın canı o kırıntılardan utandı da, pazarı da bıraktı, dükkanı da bıraktı gitti...

• Aşk kulağıma eğildi de: "Yeter artık, susayım dedi. Çünkü o bana böyle söyledi, böyle ilham etti.



153. Tamamıyla kendinden geç, kendinden kurtul!

Pe'ilatün, Fe'ilatün, (c.I,

• Sen gitmek istiyorsun ama, Allah'a yemin ederim ki ben seni kolay kolay bırakmam. Çünkü senin gibi güzel bir varlığın gidişi benim için felaket olur, kıyamet kopmuş gibi olur.

• Aşk ordusu geldi. Küfür ülkesini ele geçirdi. Ey kalender dost! Sen şimdi rnelamet davulunun, yani kafirliği kınama davulunun sesine kulak ver!

• Dünyaya ait birçok isteklerle dolu olan gönlünü, canını aşk askerlerinin önüne at, onlar öldürsünler de sen gönülden de candan da kurtul! Bedenini ie kendin kaftan gibi yırt! Artık herşeyden kurtul! Onların ne eserinden, ne haberinden, ne de belirtilerinden bahsetme! Tamamıyla kendinden kurtul, tendinden geç!

• Ben şimdi kendimden geçtim, kendimdem kurtuldum ve düşüncenin de yolunu kestim. Ben mestim ama ey sakî sen bana yine o mansur şarabından ver de beni büsbütün mest et, beni büsbütün benlikten, varlıktan kurtar!

• Haydi sıçra, kalk; ayağını varlığının başına bas, kendini ayak altına al! Haydi aşk kanatları ile uç, uç da nankörlükten de, şükürden de, her türlü kayıtlardan da kurtul!

• Ey aşk! Kendini herkesten üstün gören Nefis Firavunu'na Müsa gibi seslen;

"Ey Firavun! Önüme gel, ben senin sarayının kapısını da ele geçirdim, damını da!" de ve onun başını kes!

• Başını kesmeden önce ona de ki: "Ben gayb aleminden aşk ordusunu çekerek geldim. Düş önüme ey başı dik zalim! Sen artık padişahhktan düştün!"

• Sırf aşktan başka neye meylettimse tadından, güzelliğinden pişmanlıktan başka birşey elde edemedim. Duyduğum zevkler pişmanlık açlığına değmedi.

 Namık Kemal merhum da vaktiyle:

"Kimi vicdana dokundu, kimi cism ü cana,
Zevk namıyla ne yaptımsa pişman oldum"  diye yazmıştır.

• Birşey kaybetmeden madem ki aşk havuzunun başına geldin, geri dönme! Bu havuzun içinde ab-ı hayat var. Kıyısı da tam oturulacak, eğlenilecek yer.

• Bu aşk havuzunun içine düşünce, bütün varlığını ona ver! Kendini tamamıyla ona bırak, yüzgeçlik taslayarak ellerini ayaklarını çırparak oradan çıkmağa uğraşma!

• Kendini tamamıyla ona ver, ona bırak da sus! Sen topluluğun imamı değil-sin! Burada aşktan başka hiç bir kimse imam olamaz!



154. Sen perde arkasında oturmuş görünmeyene iman edilir mi diyorsun.

Fe'ilatün, Fe'ilatün, Fe'ilatiin, Fe'ilün
(c.I, 406)

• Daha ne kadar zaman; "Çarem ne; dermanım ne?" deyip duracaksın? Sana kim çare aratıyor? Sen onu ara!

• Daha ne zamana kadar; "Gamdan can veriyorum!" diye sızlanıp duracaksın? Can nedir? Bunu bilmek, neden gam yediğini bilmek istemiyor musun?

• Eğer sen aşık oldunsa aşkın sana delil olarak yeter! Yok aşık olmadıysan artık ne diye delil istersin?

• Bu kadarcık da aklın yok mu ki; bakıp göresin? Padişah yoksa bu gök cubbe otağı ne diye kurulmuş?

• Şu gök duvağın, şu gök kubbesinin ötesinde çok güzel, çok güçlü bir yaratıcı yoksa, şu parıl parıl parlayan sayısız yıldızlar kendi kendilerine mi parlamaya başladılar?

• Ermişlerin gözlerindeki ateş gizlilik perdelerini yaktı, yandırdı. Sen ise îerde arkasında oturmuş, görünmeyen bir şeye iman edilir mi demedesin.

155. 0 güzel yüzde ilahî nüru görmeyen şeytandan da aşağıdır.

Fe'ilatün, Fe'ilatün, Fe'ilatün, Fe'ilün
(c.1, 407)

• Nurlarla dolu olan o güzel gözler sevgilinin bakışı ile mest olmuş. Gözyüzü bile o gözler yüzünden tir tir titremededir.

• Bilhassa Hakk'ın huzurunda el bağlayıp namaza durduğu zaman, kendisine ihsan edilen nür, meleklerin de, insanların da kıblesi olmuştur.

• 0 güzel varlığın yüzünde ilahî nörun göz kamaştırıcı bir şekilde parladığı anda, onun ayaklarına başını koymayan, benlik yüzünden ona secde etmeyen kişinin özü gerçekten de şeytandır!

• 0 anda o güzel yüzde ilahî bir nür görmeyen kişi, cansız bir beden gibidir. Şeytandan da aşağıdır.

• Onun nürlu yüzü, erlerin kıblesidir. Eğer sen de er isen onun heybetli yüzüne karşı gönlünü yerlere ser!

• Elini sinenden çek! Ne diye şaşkın şaşkın bakıp dumyorsun? 0 anda sevinerek oııa canını ver! Zaten isteyen de odur.

• Aklını başına al da neyin var neyin yoksa hepsini suya at! 0 aşk suyundakı ateşle onları temizle! Çünkü onun yüzünün ateşi, ab-ı hayatın bile secde ettiği yerdir.



156. Bu zamanda insan çalanlar, altın çalanlardan daha fazla!

Fe'ilatiin, Fe'ilatün, Fe'ilatiin, Fe'ilün
 (c.I, 409)

• Insanlık yolunun önü de ardı da kanla ıslanmış. Dikkat et de kayma! Bu zamanda insan çalanlar altın çalanlardan daha fazla!

"Toplum hayatında çeşitli sahalarda başarıya ulaşmış tek tük iyi insan, kamil insan varsa da insanlık düşmanları onları da çeşitli bahanelerle harcıyorlar, yok ediyorlar. Günümüzde üstün insan o kadar çok azaldı ki, Diyojen gibi güpegündüz fener yakıp insan aramak gerekiyor."

• Hırsızlar akıldan da, haberden de çalıyorlar diye anlatırlarsa da, kendinden haberi olmayandan ne çalınabilir ki?

• Bu kötü duruma rağmen ey Hakk yolcusu! Sen kendini bir şeyi de yok, düşmanı da yok sanma! Dünya altın peşinde koşuyor. Ama sen kendin altın madenisin ama kendinden haberin yok!

• Peygamber efendimiz; "însanlar madenlerdir!" diye buyurmuştur. Yani insanlar birbirinden farklı birer maden gibidirler. Kimisi demir, kimisi gümüş, altın, akîk, elmas gibidirler.

• Ey insanoğlu! Hazine bulursun ama ömür bulamazsın. Sen uğraş da kendini bul, kendindeki gizli hazineyi araştır! Çünkü bu hazine sana da kalmaz. Senin elinden de geçer gider.

• Kendini bul, bul ama dikkatli ol! Kendini çaldırma! Fakat ne yapabilirsin ki, bu Hakk yolunda çok açıkgöz, çok becerikli bir hırsız pusu kurmuş, seni bekliyor.

• Zavallı ne olacağını düşünmeden çırpın dur! Dünya malı için daha fazla can çekiş, daha fazla altın biriktir! Zenginlikle gönlünü hoş tut! Fakat şunu iyi bil ki bütün altınların, gümüşlerin, malın, mülkün cehennem yılanıdır.

  • Ne olur bir geceyi olsun Allah için yemeden, içmeden geçir! Nefsine uydun yüzlerce geceyi yiyerek içerek uyuyarak geçirdin.

• Dünya malı için başına gelen dertlerden, elemlerden, acılardan ötürü toprağın her zerresinin gönlünden ahlar, feryatlar yükseliyor. Ama kulağın sağırdır da bu sesleri duyamıyorsun.



157. Güzel bakışların arkasında bulunan nerededir?

Fe'ilatün, Fe'ilatün, Fe'ilatiin, Fe'ilün
(c.I, 412)

•  Benim canımı şarapsız mest eden o güzel nerededir?  Beni tutup canımdan, gönlümden dışarı çıkaran, beni benden alan o el nerededir?

•  Yemin etsem ancak onun başına yemin ederim. Benim yeminimi, tevbemi bozduran nerededir?

•  Seher vaktinde Hakk'a yalvaranların rühları onun aşkı ile feryat ederler, ağlarlar. Bizi yerimizden, yurdumuzdan edenin gamı acaba nerededir?

• "Onun yeri nerededir, yurdu nerededir?" diye şaşırmayın. 0 canın da canıdır. Gönlümüzde bir yer isteyen var. Acaba o nerededir? 0 bize bizden yakın değil midir?

•  Güzel bir varlığın göz ucu ile bakışı bir bahanedir. Onun bir hevesidir. 0 güzel bakışın arkasında bulunan nerededir? Bakışı ile gönlümüzü hasta eden nerededir?

" Şu Mesnevî beyitlerinde Hz. Mevlana güzel yüzlerdeki perdelerden bahseder. Haşa Allah maddî bir güzel olmaktan münezzehtir. Mecazî olarak Mevlana bu konuya temas eder:

"Kadının yüzünü, benini, kaşlarını, akîk gibi dııdaklarını gördüm ki; sanki Cenab-ı Hakk ince bir tül perde ardından tecelli etmiş gibi idi. Kadındaki o edayı, o nazı, o işveyi, o kırıtışı ,görünce, Allah'ın tül perde ardından tecellisini andıran güzelliği görünce İblis yerinde duramadı."

Camî de bir beytinde:

"Kendi hüsnün hublar şeklinde peyda eyledik,
 Çeşm-i aşıktan tutup sonra temaşa eyledik."     demişti.

• Gönlün beyaz perdesini gerdi de, oradan hayaller gösterdi. Perde üstüne böyle bir gönül perdesi geren nerededir?

• İnsanın aklı başında olunca neden, niçin, nasıl sorularını sorması tabiîdir. Mest olup da, bizi nasıldan, niçinden kurtaran nerededir?



158. Her zerre, herşey senin aşkının mesti değil midir?

Fe'ilatün, Fe'ilatün, Fe'ilatün, Fe'ilün
 (c.I, 422)

• Ey yüzü güle, saçları şemşir ağacının ter ü taze yapraklarına benzeyen sevgili! Ben senin ayrılık gamınla, ayrılık derdinle gamlandığım, dertlendiğim zaman bu gam, bu dert senden geldiği için çok mutluyum, neşeliyim, sevinç içindeyim.

"Seyyid Nesîmî bir mısra'ında: "Vasl erişince canıma, hüzn ve melal içindeyim."

• Senin gamının nakdinden olmayan nakitler nakit değil topraktır. Senin isteğinin, hevesinin rüzgarına kapılmamak, ona uymamak hevadır, rüzgardır.

• Senin işini öğrenmiş olanın işi, iştir. Çünkü senin işin gerçekten de yeniden yeniye var etmektir.

• Göğün de, yeryüzünün de senden haberleri vardır, seni bilirler. Bu sebeple gökler de, yeryüzü de senin emrine baş eğmişlerdir.

• Her şey, her zerre, her varlık senin aşkının mesti değil midir? Yüzünü göster de iki dünyanın da mestliğini gider!

•Güneş şu dönüşünde tektir, birdir; ama bu gök boşluğunda öyle güneşler vardır ki, bu gördüğümüz güneş onların safında bir erdir.

"Yedi asır önce söylenen bu beyti ibretle tekrar tekrar okuyalım. 0 zamanki insanların görüşlerine göre gökyüzünde dolaşan sayısız yıldızlar arasında güneş olarak sadece bizim güneşimiz biliniyordu.
Bugün onbeş milyar ışık yılı uzakta güneşler keşf'ediyorlar. Amerika Uzay Teleskop Bilimleri Enstitusü Direktörü R. Williams'ın ifadesine göre, kainatta 50 milyar galaksi tesbit edilmiş. Mevlana ne buyuruyor: "Güneş tektir, birdir ama, öyle güneşler vardır ki, bu görıJüğümıiz güneş onların safında bir erdir."
 Bu duruma göre güneşlerin sayısını ancak Allah bilir. Devrimizin fizik ve matematik bilginlerinin en büyüklerinden olan Sir James Jeans'in Ordinaryos Profösör Salih Murad Özdilek tarafından dilimize tercüme edilen Esrarlı Kainat adlı eserinin ikinci sayfasından bir iki paragraf almadan geçemedim.
"'Yıldızlar arasında dünyamız büyüklüğünde yıldız pek az olup çoğu yüzbinlerce dünyayı içine alacak büyüklüktedir. Bunların arasında milyon kere milyonlarca dünyayı içine alabilecek yıldızlara rastlıyoruz. Kainattaki bütün yıldızların sayısını, yeryüzünün bütün denizlerinin kumsallarındaki kum zerreleri sayısı ile gösterebiliriz.
Bu büyük yıldızlar ve yıldız kalabalığı uzay içinde kendi yörüngelerinde dolaşırlar.
Bunların bir kaçı teşkil ettikleri kümeler, gruplar halinde dolaştıkları halde çoğu yalnız kalmış seyyahlara benzer. Bu yıldızların içinde dolaştıktan kainat akıl almaz biiyüklüktedir.
Çünkü ışığı bize elli milyon senede gelebilen yıldız var. 0 kadar ki bir yıldızın diğerine yaklaşması, tasavvuru güç olan nadir bir vak'adır. Bunların her biri boş bir okyanusta giden bir gemi gibi yalnız başına yolculuk yaparlar.
Bizler, şu dünya üstünde yaşayanlar, kumlar sayısınca çok olan bu yıldızlar arasında, bir kum tanesinin mikroskopun parçası üzerinde oturarak etrafımızı, uzayı ve zamanla çevrilen kainatın maksat ve mahiyetini keşfe çalışıyoruz."



159. Can şarabı.

Fe'ilatiin, Fe'ilatün, Fe'ilatün, Fe'ilatün
 (c. I, 404)

• Ey seher vaktinde Hakk'ın lütfuna mazhar olarak mana şarabı içen azîz dost! Bana biraz yaklaş, kulağına gizli şeyler söylemek istiyorum.

• Kadehsiz olarak içtiğin o mana şarabı, üzümden yapılan şaraplara benzemîyen başka türlü bir şaraptır. Aslında o can şarabıdır. Ondan bir yudumcuk içince o yudum yalnız aklı, fikri baştan almaz; hileyi, yalanı, dedikodu gibi tü huyları da alır, götürür.

• Bizi imansızlığa, sapıklığa götüren akıldan, fikirden kurtulunca birçok menziller aşarsın, mest olursun. Kendinden, kendi varlığından vazgeçersin. Seher vaktinde o can şarabını lutfeden, sana yüzlerce başka akıl, başka fikir verir.

• Sırlara dalınca bu defa canın kendisi sakîlik eder. Canın sunduğu şarabı içince de öyle coşup köpürürsün ki, senin heyheylerinden gökyüzüne gürültüler düşer, feryatlar yayılır.

• Aslında sen coşup hay huy etmesen bile senin duyduğun manevî zevkten, neşeden, coşkunluktan mezarlarda bulunan bütün ölüler ve, cansız sandığımız bütün varlıklar coşarlar, oynamağa başlarlar.

• Dünya hayatında didinip dururken seni çekemeyenlerin, düşmanlarının kötülüğü yüzünden yüzlerce keder, dert, bela kuyularına düşmüştün; zulümleri, günahları örtenin keremi ile içtiğin can şarabı seni her sıkıntıdan kurtarır.



160. Dünya işlerine ait herşeyden haberi olanların, onun varlığından haberleri yoktur.

Fe'ilatün, Fe'ilatün, Fe'ilatün, Fa'lün
(c.I, 423)

• Acaba şu anda onun saçları mı darmadağın oldu da etrafa misk ve anber kokulan yayıldı.

• Acaba seher rüzgarı onun güzel yüzündeki örtüyü kapıp aldığı için mi gayb aleminden binlerce ay parlamağa başladı.

•  Ondan bir koku almadığı halde can, niçin neşelendi? Dünyada hiç bir can var mıdır ki, onun hoş kokusundan neşelenmemiş olsun?

• Bütün dünyanın gül bahçelerinde bulunan çeşitlı renklerde güzel kokulu sayısız güller Rahman'ın nefesi ile açılmış gülmektedirler. Fakat her insan, her an onların neden açıldıklannı, neden güldüklerini anlayamaz, bu hadisenin zevkine varamaz.

Hz. Mevlana bir rubaisinde şöyle buyuruyor.:

"Ey gül! Sen gül bahçesinin güzelliğine hayran oldun da onun için mi gülüyorsun? Veya aşk bülbüllerinin ötüşleri mi seni güldürüyor? Ya hod gizli sevgilinin yanağındaki gül gibi mı açılıyor ve gülüyorsun? Galiba sende ona benzer bir şey var. Bu yüzden neşeleniyor, gülüyorsun."

•Hakk'ın lütfu ile bütün bedeni baştan başa can kesilen güzele aşık nasıl olur da ebedî olarak gönül vermez?

• Her halde gönül seher vaktinde onu manen görmüş olacak ki, o görüş yüzünden bugün mest bir haldedir.

• Eğer beden ağacına onun hoş rüzgan esmiyorsa, ondaki yüzlerce yaprak yüzlerce dal, neden oynayıp duruyor?

• Onun yolunda ölenlere eğer ebedî hayat verilmeseydi, can bağışlamak aşığa kolay olur muydu?

• Dünya işlerine ait herşeyden haberi olanların, bir çok keşiflerde, icatlarda  bulunanların gönül gözleri perdeli olduğu için onun varlığından haberleri  yoktur. Çünkü onun varlığı onlara perde olmuştur.

 Aziz Hüdayi hazretleri:

"Zuhüru perde olmuştur zuhüra
 Gözü olan delil ister mi nura?"     diye yazmıştır.

161. Senin gibi bir güzelin bulunduğunu sanıyorsan aldanıyorsun.

Fa'ilatün, Fa'ilatün, Fa'ilatün, Fa'ilat
(c.I, 403)

• Dünyada senin gibi bir güzelin bulunduğunu sanıyorsan aldanıyorsun. Senin gibi güzel yoktur. Sensiz bir yerde karar kılacağımı, duracağımı sanıyorsan buna imkan yoktur!

• Gökyüzü iyi kötü işler için dönüp duruyor diye düşünme. Gökyüzünün senin ayağını bastığın toprağa hizmet etmekten başka bir vazifesi var mı? Hayır yoktur.

• Yıllar geldi geçti de biz hala senin kapının dışında bir halka gibi asılı kaldık. Ama yine de içeri girmeden kapının dışında halka olup kalmak ayıp mıdır? Hayır değildir.

• Biz düşünce kapısında her hayalden korkmaktayız. Ey ev sahibi! Burada bir hayal var mıdır? Yoktur!

• Ey padişahın kapısında gizli şeyleri gözleyip anlayan gönlüm! Şeyh Selahaddin'den başka gönüllerdekini bilen, anlayan var mıdır? Yoktur!



162. Bizim ders gördüğümüz dershane aşktır.

Fa'ilatiin, Fa'ilatiin, Fa'ilat
(c.I, 424)

• Gönül alıcı, iyiliklerle gönüller kazanıcı olmak, benliğe kapılmamak, gönülsüz olmak bizim insanlık sırlarımızdır. Hakk dostumuz oldukça bizim işimiz iştir.

• Eski mallar satanların yani eskiden gelmiş bilginlerin aşk hakkındaki görüşlerinin nöbeti geçti. Biz aşk hakkında yeni görüşlere sahibiz. Bu aşk pazarı şimdi bizim pazanmızdır.

• Çürümüş çimenleri, kurumuş dalları atarak, yemyeşil çiçekli yeni bir dünya meydana getiren ilkbahar gül bahçesinin canıdır. Fakat bizi, bizim gönüller kazanmadaki başarımızı, aşkımızı görünce kendi zavallılığını anladı da feryada, figana başladı.

• Akıl bu iklimin padişahıdır ama aşk yolunu kestiği, aşk kervanını yağma ettiği için bir hırsız gibi bizim darağacımıza asılmıştır.

• Eflatunlar, Calinoslar aşkı anlatmak için akla dayandıklarından bize karşı yokluğa düşmüşler, illetlere uğramışlar, hasta olup gitmişlerdir.

• Biz aşkı bulmak için kendimizi de terk edelim, yakınlarımızı da. Zaten bize yakın olanlar, bildiklerimiz, tanıdıklanmız şimdi bize hep yabancı oldular.

• Egoist olmak, kendine tapmak kötü bir huydur, hoşa gitmez bir haldir. Bu hale düşünce insanlığımızı kaybeder de imanımız bile inkar kesilir.

• Kendimde olmaksızın söylediğim her gazel, her şiir hoştur, güzeldir. Çünkü bu ses benim gönül çengimden, gönül sazımdan çıkan seslerdir.

• Bizim ders gördüğümüz yer, aşktır. Bize manen ders veren de Celal sahibi Allah'tır. Bizler öğrenciyiz. O'nun aşkı da, tekrarlayıp durduğumuz bilgidir.

" Bu beyit Firuzanfer rahmetlinin bastırdığı Divan-ı Kebîr'de. yok. Ben bir yazma nüshadan bu beyti aldım. Ayrıca bu beyte Abdülbaki Gölpınarlı merhum Güldestesi'nin 248. sayfasında ve Firuzanfer'in Dıvan'ının 429 numaralı gazelinde de rastladım.





163. Göz önünden kalkıp giden her şey gönüldedir.

Fa'ilatiin, Fa'ilatün, Fa'ilat
(c.I, 425)

• Aşıkların dostu aramaları kendilerinden, kendiliklerinden değildir. Dünyada onu arayan yine odur. Çünkü, ondan başkası yoktur. Aşık bir bahanedır. Sanki o kendi kendini aramaktadır.

• Bu dünya da öteki dünya da bir mayadır. Hakîkat aleminde küfür de yoktur, din de yoktur, mezheb de yoktur!

" Kafir de mümin de onun çizdiği kader çizgisinde dalalet, sapıklık yahut hidayet yolunda yürümektedir. Dinler bize göre ayrı ayrıdır. Hakk'a göre dinlerin hakîkati birdir. Onun için

" Zıya Paşa merhüm: "Birdir nazar-ı Hakk'ta mecüsî ile müsülman" demiştir. Bu da yanlış anlaşılmasın, müslümanlık en son din olduğu için evvel gelenleri hükümsüz bırakmıştır. Onlarla eşit değildir.

• Ey îsa nefesli kişi! Sen uzaklıktan bahsetme! Ben uzağı düşünmeyenin kuluyum, kölesiyim.

Hz. Mevlana Mesnevî'nm bir beytinde:

"Zıkir ederken sesini yükseltme, o senden uzak değil ki!"-diye buyurur. Kur'an-ı Kerîm'de;

"Biz size şah damarınızdan daha yakınız." (Kaf Suresu 50/66) diye buyrulmuyor mu?

• "Sonra giderim." dersen; "Hayır gecikme!" derim. Eğer; "Öne giderim." dersen; "Hayır önünde yol yoktur!" derim. Kayıtlardan kurtul, onu gönlünde bul! Elini aç, kendi eteğini tut! Bu yaranın merhemi yine bu yaradan başka değil!

Namık Kemal merhüm da:

"Yine senden gelir bir işte dad lazımsa
Ümidin kes, cihanda gayriden imdad lazımsa." diye yazmıştı.

• Bütün iyi kötü, dervişin cüz'üdür. Böyle olmayan zaten derviş değildir. Bizi bırakıp ötelere giden, sevdiklerimizle beraber gözönünden kalkıp giden herşey,gönüldedir. Dünyada onların gönül gibi bir yerleri yoktur!

Hz. Mevlana bir Dîvan-ı Kebîr beytinde:

"Ölümden sonra bizim mezarımızı yeryüzünde aramayın, bizim mezarımız arif kişilerin gönlündedir. buyurmuştu.



164. Öldükten sonra, güzel huyların, tabutunun önünde yürürler.

Pa'ilatün, Fa'ilatiin, Fa'ilatatün, Pa'ilat
(c.I, 385)

• Senin ölümden sonra güzel huyların, ay yüzlü güzel kadınlar şekline girerler de tabutunun önünde salına salına yürür giderler.

• Biri senin elinden tutar, öbürü hatırını sorar, öteki de sana yiyecekler, mezeler getirir, şekerler sunar.

• Bedenini boşayıp da ondan ayrılınca karşında müslüman, inanmış, sana itaat eden, kötülüklere tövbe etmiş hürileri saf saf olmuş görürsün.

• Sayısız hüriler, tabutun önünde yürüyüp giderler. Hayatta gösterdiğin sabır bir mülk halinde karşına çıkar. Şükür ise, neşeli neşeli yürüyüp giden, sana arkadaş olan bir melektir.

• Mezarda tertemiz hüriler sana eş olur, dost olurlar. Sana oğullar, kızlar gibi sarılırlar.



165. Zavallı gönlüm, acı tecellîlerden Tür Dağı gibi parça parça oldu!

Fa'ilatün, Fa'ilatün, Fa'ilatün, Fa'ilat
(c.1, 401)

• Ey ay doğ! Sen doğmadıkça bizler geceleri karanlıklar içinde kalacağız. Çünkü sensiz gözyüzünde tek bir yıldız bile yok! Güzel hayalin ayağını vurarak, oynayarak, gülerek gelmedikçe bizim derdimize derman yoktur, çare yoktur! ,

• Senin güzel hayalin dağa aksetse, dağın üstüne düşse oradan kaynaklar fışkırır, tatlı sular akmağa başlar. Bizim gönlümüzde bir dağdır, bir kayadır. Ne olur o tatlı, güzel hayalini bizim gönlümüze de düşür, düşür de bizim gönlümüzden de güzel duygular, hoş hayaller, ümitler, neşeler doğsun!

• Senin lütfundan ayrı kalmayan, senin ihsanına nail olan bir taştan, sert çakmak taşından kıvılcımlar sıçrar, ateşler çıkar. Öbür taştan su akar. Öteki taş da dilberlerin dudakları renginde la'l olur.

• Ey güzel varlık! Senin lütfunu nice defalar denedim. Hem de bir kere değil, birçok kereler. Benim gibi bir ölüyü dirilttin, yeniden hayat bağışladın.

• Rahmet bulutu her seher vakti yağmur yağdırıyorsa bu da sendendir. Senin içindir. Sana karşı dayanamayan, ağlayan şu gönlüm beşikteki bir çocuktan başka birşey değildir.

• Şu zavallı gönlüm kader icabı acı tecellîden, gamdan, kederden Tür Dağı gibi yüz parça oldu. Fakat o parçalardan bir tanesi bile elimde değil...



166. Mutlu insanlar şehri var mıdır?

Mefa'îliin, Mefa'îlün, Mefa'îliin, Mefa'îliin
(c.I, 325)

• Ey aşıklar! Aşıkı az, fakat maşuku yani sevilenleri çok olan, mutlu insanlar şehrini kim gördü? 0 şehri bir gören var mı?

• Gerçekten erkekleri az, kadınlan çok olan bir şehir varsa biz hemen oraya gidelim. Az olduğumuz için kendimizi zora çekelim, naz edelim, sonra o güzel kadınlarla sevgi alış verişinde bulunalım. Bu kaçınılmaz bir fırsattır. Çünkü aşıkların gönülleri pek yanıktır. Onlar sevgililere kavuşmakla, güzelleri sevmekle pek mutlu olurlar.

• Böyle bir şehir olamaz. Aşıkları mutlu edecek güzelleri çok böyle bir şehir olmasa bile, hiç değilse orada adalet ve insaf sahibi, aşıkına acıyan, kendisini ona teslim eden bir sevgili bulunsun.

• Aşıklar bu tarafta kuru öd ağacı gibi yanarken, öte tarafta sevgili de az bir zaman dahi olsa ondan ateşlensin.

• Allah'ım ihsanın hürmetine parlak nürun hakkı için, nimetlerle, güzelliklerle dolu olan bu dünya şehrinde kusuruma bakma! Manasız şeyler söyledim, çılgınca laflar ettim. Ben yalnız seni seviyorum. Yalnız sana ibadet ediyorum. Gönlüm sensiz perişandır!

• Sen mest ve perişan olanlann kusuruna bakmazsın. Senin tuttuğun, değer verdiğin kişi ne mutlu kişidir! Canım senin sevdiğin kişinin mesti olmuştur!

• Ey Hak aşıkı sus! Kainat gibi mest ol! Dön dur; şunu iyi bil ki,şu gökler Allah aşkı ile mest olmuş bir karnil insanın aynı olmasalardı böyle dönüp dururlar mıydı?



167. Sen görüş sahibi ol da dikende gül gör! Dikensiz gülü herkes görür.

Mef'ulü, Mefa'îliin, Mefa'îlün
 (c.I, 326)

• Ey halden hale girmekten münezzeh olan! Ey eşi ve benzeri olmayan Allah'ım! Ey insanı halden hale sokan! însana hayret veren! Ey kimini Leyla eden! Kimini Mecnun kılan Rabbim! Ey alete ihtiyacı olmayan büyük san'atkar! Büyük yaratıcı!

• Ey Leyla ile Mecnun'a yüzlerce ihtiyaçlar veren; sonra "Ey hiç bir şeye ihtiyacı olmayan verici, lütfedici Allah'ım!" diye onları huzurunda feryat ettiren rabbim!

• Senin lütfunla dikenim gül oldu. Cüzlerim de gül haline geldi. Bizim önümüzde de rahmet var, sonumuzda da rahmet var.

• Sen görüş sahibi ol da dikende gül gör! Dikensiz gülü herkes görür. Başına  gelen belanın ilahî bir lütuf olduğunu anla, cüzde de küllü gör! Zaten ehliyet , seziş de budur.

• Üzüm daha koruk halinde iken onun şarap olacağını düşün, yoklukta varı gör! Ey Yüsuf, padişahlar padişahlığını, saltanatı sen kuyuda seyret!

• El çırp da bundan anla ki, her sesin aslı sensin, her ses senden çıkıyor. ayrılık ve buluşma olmasaydı şu iki avucunu biribirine vuramazdın.

• Sus! Bahar geldi, gül geldi, diken geldi. Bu bahar mevsiminde birçok güller, çeşit çeşit güller, çiçekler, çimenler topraktan baş kaldırdılar, gayb aleminden sıçrayarak geldiler de, bizi geldikleri yere, ötelere davet ediyorlar.



168. Arslanı kovalayan ceylan!

Müfte'ilün, Mefa'ilün, Müfte'ilün, Mefa'iliin
(c.I, 322)

• Geldim ki kulağından tutup seni çeke çeke kendime getireyim. Seni aşık edeyim. Seni kendinden geçireyim, seni canımın içine, gönlüme alayım.

• Ey gül fidanı! Hoş bir bahar rüzgarı gibi yanına geldim. Seni okşayacağım, kucaklayacağım, güllerini etrafa saçacağım.

• Geldim ki seni, üzüntülerle, gamlarla dolu bu dünyada neşelendireyim, cilvelendireyim. Aşıkların duaları gibi seni alıp ötelere, gökyüzünün ta üstüne çıkarayım.

• Duydum ki, güzellerin birisinden bir öpücük almışsın. 0 öpücüğü güzellikle bana geri ver, yoksa öpücük yerine ben de seni alırım.

• Gül de ne oluyor? Sen gül değil "küll"sün. "Söyle!" emrini veren de sensin. Başkaları seni bilmesin, ben seni bilirim. Sen bensin, benden ibaretsin.

" Hz. Mevlana bazı beyitlerde tevhid konusuna temas etmektedir. Bu bizi şaşırtmamalı, yanlış yorumlara götürülmemelidir. Bütün eşya, bütün varlıklar Hakk'ın tecellîsine mazhar olmuşlardır. Her şeyi o yaratmıştır, her şeyde O'nun kudreti, kuvveti, sanatı, yaratma gücü müşahede edilmektedir. Yılana bile süslü bir gömlek giydirmiştir. insan yarattıklarının arasında en şerefli bir varlık olduğu için, en fazla ilahî tecellîye o mazhar olmuştur. Insan;

"Rühumdan ona üfürdüm!" sırrına mazhar olmuştur. Esrar Dede merhum:

"Ben ben dediğim ben dediğim sensin hep!
Canım dediğim ten dediğim sensin hep!"

diye münacatta bulunmuştur. Burada "sensin"den maksat her şeyi sen yarattın, herşey senin tecellîne mazhardır. Her yerde görünen senin nürundur. Allah haşa Allah'lığını kimseye vermez. Fanî, çürümeğe, zavallı bir varlık Allah olamaz; ilahî tecelliye mazhardır,
o kadar. Duvarın üstüne güneşin nüru düşmüştür. Duvar; "Ben güneşim" diyebilir mi?

Mevlana bir ruba'îsinde şöyle buyurur:

"Ne ben benim, ne sen sensin, ne de sen bensin!
Hem ben benim, hem sen bensin, hem ben benim ey tutili güzel!
Senin ile öyle bir haldeyim ki anlayamıyorum,
Ben mi sensin? Sen mi bensin?"

•Sen benim canımsın, rühumsun, bana Fatiha okuyorsun ama, sen baştan fatiha ol da seni gönlüme çağırayım, içime alayım.

•Ey benim evim! Her ne kadar tuzaktan kaçmışsan da yine benim evimsin. tuzağa geri dön, eğer dönmezsen ben seni alır tuzağa korum.

•Arslan bana dedi ki: "Sen acayip ceylansın! Ben arslan olduğum halde sen  arkamda neden koşup duruyorsun? Defol, git! Yoksa seni parçalarım."

•Senı ceylan kılığına girmiş yani ceylan şekline bürünüp gizlenmiş arslan yavrusu değil misin? Ben de ceylan süretine bakıyorum da onun için seni bırakıyorum.

•Sen benim bir topumsun. Çomağımın önünde koşup durmadasın. Seni yuvarlayıp koşturan benim ama, sen de benim arkamdan koşup duruyorsun.



169. Aşk hastalığı.

Müstef'ilün, Müstef'ilün, Müstef'ilün, Müstef'ilün
(c.I, 321)

•Neoldu ise, o hoca, gece yarısı birdenbire hastalandı. Sabaha kadar kendini kaybetti. Komşusu olduğumuz için başını hep duvarımıza vurup duruyordu.

• Gökte yerde onun feryadını duydular, haline acıdılar da onlar da ağlamaya ve feryat etmeye başladılar. Hasta hocanın nefesi sanki ateşe tapanların ocaklarından geçip geliyormuş gibi etrafı yakıp yandıracak kadar ateşli idi.

• Hocanın hastalığı acayip bir hastalık, ne başı ağrıyor, ne de sıtması var. Bu derde yeryüzünde çare yok, deva yok! Çünkü bu dert, gökyüzünden gelmiş bir dert!

• Dünyanın en ünlü hekimi Calinos onu muayeneye geldi. Nabzını tuttu. 0;"Elimi bırak!" dedi. "Gönlüme bak; derdim bildiğiniz dertlerden değil! Tıp kitaplarına, kaidelere, usüllere uyacak dert değil! Bu hiç bir derde benzemeyen bir dert!"

" Fuzulî merhümun şu beyti buraya uygun düşer:

"Aşk derdiyle hoşum, el çek ilacımdan tabib!
Kılma derman kim, helakim zehr-i dermanındadır."

• Hastanın ne uykusu var, ne de bir şey yiyor. 0 aşk ile besleniyor. Çünkü şimdi bu aşk hocaya hem dadı, hem ana...

• Çaresiz kaldım da hastanın derdine deva bulmak için Cenab-ı Hakk'a yal-vardım. "Allah'ım!" dedim, "Merhamet et de bu hasta bir an için olsun dinlen-sin, huzura kavuşsun. 0 bu acılan, bu gamları çekmeği hak etmemiştir. Çünkü o ne kimsenin kanını dökmüştür, ne de birisinin malını almıştır."

• Göklerden şöyle bir cevap geldi: "0 hasta hoca ile uğraşma, onu kendi ha-line bırak! Çünkü aşıkların uğradıkları belaya çare aramak, dertlerine deva ummak beyhudedir."

 Yine Fuzulî merhum Leyla ile Mecnun'unda şöyle buyurur:

"Aşk derdinin devası kabil-i derman değil
Terk-i can derler bu derdin en güzel dermanına





170. Sen kendinde olduğun, kendini sevdiğin zaman sevgiliyi bulamazsın.

Müfte'ilün, Mefa'îlün, Müfte'ilün, Mefa'îliin
(c.I, 323)



• Sen kendinde olduğun, kendini sevdiğin zaman, sevgiliyi bulamazsın. segili diken gibi senin gözüne batar. Fakat kendinde olmadığın, kendini begenmediğin zaman sevgili sana çok yakın olur.

• Sen kendinde olduğun zaman, bir sivrisineğe bile av olursun. Fakat kendinden geçince öyle güçlü olursun ki fil bile sana av olur.

•Kendinde olursan gam ve keder bulutları seni kaplar. Karanlıklar içinde kalırsın; kendinden geçersen, senin kucağına ay doğar da her tarafı aydınlatır

•Kendinde iken sevgili senden kaçar. Yanına gelmez. Kendinden geçince sana sevgilinin aşk şarabı sunulur.

•Kendinde olduğun zaman sonbahardaymışsın gibi üşürsün. Fakat kendin den geçince kış mevsimi bile sana çiçekli ilkbahar olur.

•Aklını başına al, kendini sevmeyi, kendine aşık olmayı bırak da, sevgilinin sevgisine değil, cefasına aşık ol! Öyle ol da sana nazlanan, yüz vermeyen gül, sana ağlayıp inleyen bir aşık kesilsin.
171. Hakîkatte senin gördüğün ben değilim, ben bir hayalden, bir gölge varlıktan ibaretim!

Mef'ulü, Mefa'îlü, Mefa'îlii, Fe'ülün
 (c. 1,331)

•Ordulara, gösterişe, hükümdarlık bayrağına hevesi olmayan o padişahın yüzünden deli divane oldum. Deli aklını kaybetmiş bir kişi olduğu için adetten de, suçlardan da sorumlu değildir. Artık onun işlediği suçlar amel defterine yazılmaz.

•Ben o padişahın yüzünden yalnız aklımı kaybetmedim, kendimi de kaybettim. Bu sebepledir ki, sen uzaktan; beni gezen, yürüyen, giden normal bir kişı arak görüyorsun ama, hakîkatte senin gördüğün ben, ben değilim; ben bir hayalden, bir gölge varlıktan ibaretim! Daha doğrusu ben yoğum, yokluktan başka bir şey değilim!

• Ey aşık, aklını başına al da beri gel, yok ol! Çünkü yokluk can madenidir. Fakat senin bildiğin gamdan, gussadan başka birşey olmayan şu dünya hayatındaki can gibi can değil! 0 başka türlü bir candır.

• Gel ey Hakk aşıkı gel de ben bensiz, sen de sensiz olarak şu aşk ırmağına dalalım da yok olalım! Yokluk mertebesine ulaşalım. Çünkü bu korulukta yani yeryüzünde, dünyada; kandan, zulümden, haksızlıklardan, kötülüklerden başka birşey yoktur.

• Korkma! Bu aşk ırmağı insanı kucaklar, bağrına basar, derinliklerine alır, batırır ama öldürmez. Çünkü o ab-ı hayattan ibarettir. Allah'ın lutfundan, kereminden başka bir şey değildir.



172. Alemde bir zerre var mıdır ki, senin güzel vasıflarının hayranı olmasın.

MefS'îlün, Fe'ilatün, Mefa'îlün, Fe'ilün
 (c.I, 480)

• Sen nasıl bir incisin ki, kimsenin avucunda senin değerini karşılayacak, ödeyecek birşey yoktur, bulunamaz. Zaten dünyada yaşayan her insanın, her varlığın avucunda senin lütfun, ihsanın olmayan ne vardır?

• Her an lütfunun, ihsanının karşılığı olarak gönlümü, canımı bastığın topraklara saçmak isterim. Senin ayağının toprağı olmayan cana yazıklar olsun!

• Dünyada görülen çeşitli hadiselerin, olayların dalgaları arasında çırpınıp duran kimse, sana bildik, dost değilse; başka hiçbir bildikle o olayların etkisinden kurtulamaz.

• Allah'ım kader gereği bana verdiğin ızdıraplardan, yaralardan kaçmam, onlardan şikayet etmem! Çünkü seni seviyorum. Senin sevgi ateşinle yanmayan gönül soğuktur, hamdır.

•Yok olmayan bir gönlün yüzü mekana, fanî dünyaya dönmüştür. Bu yüzdendir ki sen böyle bir gönüle; "Mekansızlık aleminden git! Burası senin yerin değildir!" diyerek onu o makamdan sürer, çıkarırsın.

•Senin güzel vasıflannın da, senin vasıflarını öğenlerin de hesabı yoktur! Şu inatta bir zerre var mıdır ki senin güzel vasıflarının hayranı olmasın?

•Eğer senden başkasını ümit edersem, ümitsizliğe düşeyim. Eğer varlığım senin için değilse, o varlık yıkılsın, harap olsun.



173. Yarinden ayrı düşen dosta ağlayınız!

Mefa'îlün, Fe'Olün, Mefa'îlün, Pe'uliin
(c.I, 329)

•Geliniz, geliniz gül bahçesinde güller açtı. Geliniz, geliniz müjdeler olsun sevgili geldi.

•Bütün canla, cihanla birlikte neşeleniniz, oynayınız! Hoş kılıcını çeken her tarafı ısıtan güneşe teslim olun, kendinizi ona bırakm!

•Kendini güzel sanan çirkine gülünüz, alay ediniz! Ama sevgilisinden ayrı düşen dosta da ağlayımz!

•Divane aşk delisi, yine zincirinden kurtuldu, zincirini kırdı diye bütün şehri heyecan ve korku kapladı.

•Bu ne gündür? Nasıl heyecanlı gündür? Bu bir kıyamet günü müdür? acaba, herkesin amellerinin defterleri ufüklardan mı uçuşarak geliyor?

•Haydi davulları çalınız! Başka hiç bir şey söylemeyiniz! Şu anda ne gönlün, de aklın yeri vardır. Hatta can da kendinden geçmiştir.



174. Cihanın her cüz'ü, bu dünyada gördüğümüz her şeyi
yaratanın kudretinin, yaratma gücünün birer belgesidir.

Mef'ulü, Mefa'îlii, Mefa'îlii, Fe'uliin
 (c.I, 332)

• İçinden durmadan hep çeng sesleri, müzik sesleri gelen bu ev nasıl bir evdir? Kimin evidir? Bu evde kim oturur? Bunu siz sahibinden sorunuz.

• Eğer bu ev Kabe ise put gibi güzel olan dilberin burada ne işi var? Kabe'de put bulunur mu? Eğer bu ev ateşe tapanların mabedi ise, nasıl olur da Allah'ın nüru orada parlayıp durur?

• Haberiniz yok, bu evde öyle gizli bir hazine var ki, o hazine dünyaya da, ahirete de sığmaz. Aslında bu ev de, ev sahibi de hepsi hepsi birer bahaneden ibarettir. Yalnız o vardır o!

 Mevlana bir ruba'îsinde şöyle buyurur:

"Bağda binlerce ay yüzlü güzeller, güller misk kokulu menekşeler var, dereler içinde akıp giden sular var. Bütün bunların hepsi birer bahanedir. Aslında yalnız 0 var. Yalnız 0 var!"

• Bu evin sahibi şu gökyüzünün sahibidir. Zühre'ye, Ay'a benzer. Aslında bu o aşk evidir. Ne ucu vardır; ne de bucağı!

• Can senin yüzünü ayna gibi içine düşürmüş, gönlüne nakşetmiştir. Gönül de senin güzel kokulu saçlarına tarak olmuş saçlarına baş aşağı dalmıştır.

 Bir halk şairi:

"Yapsalar kemiğim tarak! Yar zülfünün tellerine!" diye bulunmuş.

• Bu evde bulunanların hepsi de sarhoş! Bu yüzden kapıdan kimin geldiğinden, kimin içeri girdiğinden kimsenin haberi bile yok!

• Bir bakıma da bu ev can evidir. Can nerede ise orada ne aşağı vardır, ne yukarı, ne altı yön, ne de orta!..

•Cihanın her cüzü cihanın sahibinden birer nişanedir, birer belgedir. Bizim gibi nürlu olan yüzümüz de o belgeyi lütfeden, bağışlayan bir belgedir.

175. Kime gül bahçesinin kokusu gelirse, o gül bahçesine gidinceye kadar oturmaz.

Fe'ilatiin, Fe'iiatiin, Fe'ilatün, Fe'ilün
(c. 1,413)

•Ben dostu araştırmadan yorulduın, oturdum, kaldım. Ama bu çırpınıp duran gönül yorulmadı, oturmadı. Herkes gitti, oturdu, kaldı. Ama bir an için olsun o oturmadı.

•Bir işe kalkan kişi sonunda işini bitirir, oturur. îş, arzusu yerine gelmeyen kişinin işidir.

•Allah'ım; senin yarattığın taşlar, kayalar, dağlar, tepeler gibi cansız sandığımız aslında canlı olan varlıkların tesbihlerini duyan kişi, noksan sıfatlardan münezzeh olan Hakk'ın hareminin perdesine götürülmedikçe oturamaz.

•Senin perişan saçlarının hoş bir şekilde dalgalandığını gören kişinin gönlünden geçen karışık düşünceler, ebedî olarak yatışmaz.

•Senin rüyada gülen güzel dudaklarının hayalini gören kişinin uykusu kaçar ama, gülen dudaklarının hayali kıyamete kadar aklından çıkmaz.

•Kime gül bahçesinin kokusu gelirse o güle oynaya gül bahçesine gidinceye kadar, dinlenmek bilmez; oturamaz.



176. Acaba böyle bir bayramı yıllar boyunca kim görınüştür?

Mefa-îlün, Mefa'îlün, Fe'ulün
(c.I, 341)

• Gel, gel ki, senin gelişin bugün bize bir bayram günü oldu. Bugün neşemiz arttıkça artacak.

• Sevin, el çırp da de ki: "Bugün neşe günüdür, zevk günüdür. Zaten güzel bir gün gelişinden, başlangıcından belli olur.

• Biz bugün çok mutluyuz, bu dünyada bizim sevgilimiz gibi güzel, eşsiz bir varlık kimdir? Böyle bir güzel bulunur mu? îşte bugün, benzeri olmayan o sevgili, o dost bizimle beraber olduğu için günümüz bayram günü oldu. Acaba böyle bir bayramı yüzyıllar boyu kim görmüştür?

• O'nun gelmesi ile yeryüzü de, gökyüzü de güzelleşti, tatlılaştı, şekerlerle doldu. Göklerden şekerler yağıyor, yerlerden şekerler bitiyor.

• İnciler saçan o dalganın sesi geldi. Dünya dalgalarla doldu. Fakat bizim dalgalanan, inciler saçan denizimiz gizlidir, baş gözü ile görülemez.

• Bugün gönlümüzün sultanı Hz. Muhammed (s.a.v.) Efendimiz tekrar miraçdan teşrif buyurdular. Hz. îsa da bugünün şerefine dördüncü kat gökten yere indi, bize ulaştı.

• Onun ayak bastığı bü şehirde basılmayan her altın, kalptır. Bu mecliste Hakk aşıklarına can kadehi ile sunulmayan her şarap, bozulmuştur, pistir.

• Bu meclis öyle hoş bir meclistir ki burada baht sakîlik eder. Bu meclisde bulunan Hakk dostları kimlerdir; biliyor musunuz? Cüneyd-i Bağdadî, Bayezîd-i Bestamî.



177. Dünyada hasta olmayan kimse yok, aşk hekimi nerede?

Mefa'îlün, Mefa'îliin, Fe'ulün (, 351)

• Dermansız derdin hekimi nerededir? Kimdir? Sonu olmayan yolda bizleıe arkadaşlık edecektir.

Hz. Mevlana'nın bu beyti bendenize, Fuzülî merhumun şu ruba'îsini hatırlattı:

"Her dil ki esîr-i gam-ı hicran olmaz!
Şayeste-i zevk-i vasl-ı canan olmaz!
Her dert ki var, var derman-ı velî,
Bî dertlerin derdine derman olmaz!"

•Eğer dermansız derdin hekimi akıl ise delilik ne oluyor? Yok eğer can ise canan ne oluyor?

•Ölümsüz olarak dünyayı aydınlatan, fakat ne küfür, ne de iman olmayan ışık nerededir?

•Lamekansızlık denizi incilerle dolu. Fakat onların içinde insanlık incisi olan kimdir?

•Dünyanın hiç bir cüz'ünde, hiç bir yerinde hasta olmayan kimse yok.Herkes hasta, peki aşk hekiminin muayenehanesi nerede?



178. Şu dünyada başa gelen bela, gizli bir incidir!

MefS'îlün, Mefa'îlun, Fe'Olün
 (c.I, 357)

•O kerem kaynağı bize av olduğu için, bize her an on binlerce armağan var!

•Biz sevgilinin aşk damına çıkmak istersek, o bize zorluk çıkarmak şöyle dursun, isteğimizden memnun kalır da, bize altından, gümüşten merdivenler lutfeder.

•Bu dünyada başa gelen bela gizli bir inci gibidir. Hatta bizce inci değil bir sinedir, ama yabancılara, Hakk aşığı olmayanlara, yılan gibi görünür.

• Sen bizi yoksul sanarak karşımızda gümüş hazineni sayıp dökmeğe kalkışma! Bizim altınımız da, gümüşümüz de sayısızdır, hesaba gelmez.

• Vezir Pervane, bizim varlığımızı kabul etmese gam yeme! Padişahın elinde bizde bulunanın yüzlerce misli var.



179. Toprak üstüne o sevgilinin adını yazsak, toprağın her parçası hüri olur!

Mef'Olü, Mefa'ilün, Fe'ulün
(c.I, 364)

• Sevgilinin hayali bizimle beraber oldukça, ömrümüz boyunca onun yarattığı güzellikleri hayranlıkla seyrederiz.

• Dostla buluştuğumuz zaman, vallahi evimizin küçük bir odası bize ova gibi geniş göriinür.

• Gönlümüzün istediği olunca, diken bile binlerce hurmadan daha iyidir.

• Onun yüzünün güzelliği aksedince, dağlar, ovalar ipek gibi, atlas gibi olurlar.

• Esen rüzgardan onun hoş kokusunu sorunca, burnumuza gül kokusu, kulağımıza çeng sesleri, ney sesleri gelir.

• Toprak üstüne o sevgilinin adını yazsak, toprağın her parçası bir hüri olur, yeryüzü cennet halini alır.



180. Sevgili sizi sizsiz olarak çağırıyor.

MefS'îlün, MefS'îlün,
(c.I, 343)

• Yol arkadaşlarından ayrılmak doğru değildir. Karanlık gecede eline fener aImadan, ışıksız yola düşmek uygun olmaz!

•Padişahlık saltanatı gördükten sonra dilencilik etmeğe kalkışmak doğru olmaz!

• Sevgili sizi sizsiz çağırıyor. Bu sebeple size "sizle beraber olmak" uygun düşmez!

 "Ben"siz, "sen"siz, "biz"siz, "siz"siz olmak üstün bir merhaledir. Hz. Mevlana Dîvan-ı Kebtr'ın başka bir yerinde aynen şöyle buyurur:

"Gel de ben bensiz sen de sensiz olarak şu aşk ırmağına dalalım. Yokluk mertebesine ulaşalım. Çünkü bu korulukta, yani yeryüzünde zulümden, haksızlıklardan başka birşey yoktur!" (c. I, nr. 331)

• Madem ki Allah lütfetti, dünyaya gök sofrası geldi. Bundan sonra gıdasız kalmak, yoksulluğa düşmek olmaz!

 • Canların kurban edildiği bu mutfakta şerefsiz insanlar gibi ekmek çalmak,acınacak bir haldir.

•  0 yol kesen hırsa ve tama'a söyle, hile yapmaya kalkışmak, kötü görünüşe bürünmek doğru değildir!

•  Ayağın olmasa sana kanat verirler. Kanatsız havalanıp uçmak mümkün değildir!

•  Kanat bulursan Hakk'ın tuzağına doğru uç! Çünkü onun tuzağından kurtuluş akıl kan değildir!


181. însana aşktan başka ne akraba vardır, ne de baba!

Mef'ulii, Mefa'îlü, Mefa'îlü, Fe'ulün
(c.I, 333)

• Kimin gönlünde aşktan eser yoksa, onun üstüne bir bulut çek! Çünkü o ay'a düşmandır. Gönül aydınlığından kaçar.

"Bir sînede kim nar-ı muhabbet eseri yok;
Zulmette ol nur-ı Huda'dan haberi yok!"

(Bir gönülde aşk ve muhabbet ateşi yoksa, o kişi karanlıklarda. Allah'ın nürundan haberi yoktur.)

• Aşk bahçesinde yetişmeyen ağaç kupkuru bir ağaçtır. Onun ne yaprağı vardır, ne de meyvesi. Fakat aşk bahçesinde yetişen meyveli, yapraklı ağacın gölgesinde bulunmayan değerli bir kişi de, değerini kaybeder, hor ve hakîr bir kişi olur.

• Bir kişi çok değerli, eşsiz bir inci gibi olsa, aşktan haberi yoksa ondan uzaklaş! Çünkü dünyada insana aşktan başka ne akraba vardır, ne de baba!..

• Aşıkların mezhebinde hergün aşk derdinden daha beter bir hale gelmeyen kişi, ölüm hastalığına tutulmuştur.

• Kimin yüzünde aşktan bir eser, bir nür görürsen, gerçek olarak şunu bil ki, o bildiğin, tanıdığın insanların cinsinden değildir.



182. Bu mest oluş, bu kendinden geçiş, bu aşk nereden geliyor?

Mefa'îlün, Mefa'îlün, Fe'ülün
 (c. I, 337)

• Gözünü kapadın, yani "Uyku vakti geldi!" demek istedin. Her kaba giren, her kabın şeklini alan kimseye uyku yoktur.

• Sen de bilirsin ki biz o kadar fazla bekleyemeyiz. Fakat, senin mest olmuş gözlerin acele ediyor.

• Sen durmadan bana cefa et, keder ver, gam ver! Senin bütün cefaların lutuftur, zevktir, neşedir! Hata et, senin hatan doğrudur, sevaptır!

• Şarap sunan sakînin gözü su gibi olan şarabın kılıcı ile nice başlar aldı. birçok insanları mest etti, kendinden geçirdi.

• Bu işe şaşanlardan birisi der ki: "Bu mest oluş, bu kendinden geçiş sakînin gözlerinin güzelliğinden, onun aşkından oluyor." Birisi de der ki: "Hayır, bu iş şarabın ma'rifeti; şarap içmeseydi mest olmazdı."

• Şarap nedir? Sakî nedir? Hakk'dan başka birşey yok.! Ne şarap var, ne de sakî! Bu mest oluş, bu kendinden geçiş, bu aşk hangi kapıdan geliyor; Allah bilir!



183. Kendinle dost olma da, kimle dost olursan ol!

Mefa-îliin, Mefa'îlün, Fe'uliin
(c.I, 342)

• Ben vefasız değilim! Kıyamete kadar benim sevgilim budur. Benim işim gücüm de mest olmaktır,ne harap olmaktır.

• Bende ne akıl kaldı, ne fikir kaldı, ne de gönül! Bunların hepsi de elden cıktı. Ben ne yapabilirim; hiç! Bütün bunlar o güzel yüzün işi, onun tesiri.

• Gül sevgilinin yüzünü gördü de; "Ey bülbül!" dedi: "Ne ötüp duruyorsun? neyi arıyorsun? Beni mi arıyorsun? Galiba sen bir hayale kapıldın? Ben de yoğum, gül bahçesi de yok. Ancak 0 var. O'nun güzel yüzü var!"

• Güzeller gayb aleminin kuşlarının gölgeleri oldukları için sevgilim, sen de gayb alemine git, işte kuş buradadır.

• Sevgili dudağını açınca, güzel güzel konuşunca bütün canlar: "Her hastanın canına şifa, derdine derman bu hoş sözlerdir." dediler.

• Aşk hastaları aşkın elinden bir kadeh can şarabı içtiler de, hepsi de çok iyi anladılar ki asıl meyhaneci aşktır; başkası değil!

• Yüsufu kardeşleri pazarda satıyorlar diye bir haber geldi. îyi ama pazar burada ise Yüsuf nerede?

• Alemin malına mülküne bir çarem var. Çalışarak onları elde edebilirim. Fakat ben dinime de gönlüme de çare bulamıyorum.

• Sen kendinle, kendi nefsinle dost olma da, kiminle dost olursan ol! Aklını başına al da sen kendinden, kendi nefsinden kaç kurtul! Senin asıl korkunç düşmanın onlardır.



184. Allah'a hamdolsun ki, haçın ve mihrabın hüküm sürdüğü şu daracık yerden
onun aşkı ile sıçradık kurtulduk.

Mefa'îlün, Mefa'îliin, Fe'Hlün
(c.I, 355)


• Ey gönül! Bu beden evinde bazen eğri hareket ediyorsun, bazen de doğru! Bu davramşların bizi rahatsız ediyor. Ey gönül; çık dışarı! Bu evi terket! Bu ev, bizim evimizdir.

• Ey gönül! Sen rüzgar gibisin. Bazan sıcak esiyorsun, bazan da soğuk. Sen ötelere git, orada ne yaz var, ne de kış!

• Sen benim gizli kalmamı istiyorsun. Halbuki ben gündüz gibiyim. Gündüz gizlenemez ki, o hep meydandadır.

• Sen su emîrisin. Elbette ırmak senin emrindedir. Ona hükmün geçer. Ama can ırmağa sığmaz. Çünkü can deniz gibidir.

•Senin kuş gibi kanatların var. Kolu kanadı olan mert kişilerin korkusu olur mu? Korkma; kanatlarını aç, göklere, ötelere yüksel!

•Ey mekansızlık güneşi, doğ! Herşey, her varlık, zerre zerre Ülker yıldızı gibi .parlamadadır.

•Allah'a hamdolsun ki biz, haçın ve mihrabın hüküm sürdüğü şu daracık dünyadan onun aşkı ile sıçradık, kurtulduk.



185. Senin uğruna canımı vereyim de halk, sevgi nasıl olurmuş görsün!

Mefa'îlün, Mefa'îliin, Fe'nlün
(c.I, 358)

• 0 hoş, o tatlı varlık, o eşsiz güzel nasıldır? Yüzümüzün gözümüzün nuru ne haIdedir?

• Acaba o güzellik pazarının meşhuru, güzelliği dillere destan olan o sevgili  ne haldedir? Yüzünün güzelliğinden gül bahçelerine renk ve koku veren varlık nasıldır?

• Gönlüm onun aşkı yüzünden yaslara bürünmüştür. Acaba onun gönlünde bana karşı bir sevgi var mıdır?

• Geçenlerde lütfetti de bana: "Sevgilim!" diye seslendi. Acaba o sevgili bu sevdiğinden uzak düştüğü için ne haldedir?

• Görünüşte kendisine gönül veren kullarını okşamada, hatırlarını sormadadır. acaba bu okşayış, bu soruş gönülden mi geliyor? Yoksa sözde mi kalıyor?

• Aşıkların hekimine lütfen bir daha sorun! Aşıkları hasta eden o nergis göz nasıl olmuş?..

• Sevgilim, seni bir kere olsun göreyim de, senin uğruna canımı vereyim,  sana kurban olayım da, halk, sevgi nasıl olurmuş görsün!..

• Sana karşı duyduğum sevginin anlatılması kelimelere, söze sığmaz.  Böylece söze son yok ama, sadece aşktan bahsediş nasıl olurmuş, onu göstermek istedim.



186. Gördüğün her zerreden dilsiz, dudaksız haber var, haber var!

Mefa'îlün, Mefa'îlün, Fe'ülün
(c.I, 356)

• Sevgilim! Sen çok güzelsin, güzelliğine diyecek yok! Güzelliğin anlatılamaz ki! Ben de aşığım, derdim de aşk, hastalığım da aşk.

• Senin güzel yüzünden başka bir yüze aşık olmak haramdır, haramdır haram!

• Herşey fanî, herşey gelip geçici. Fakat senin vahdet (=birlik) sofran daimîdir, daimîdir, daimî!

• "Dünyada senden başka birisi var mı?" diye göziimü ovuşturup bakıyorum. Senden başka kim var? Senden başka kim var? Senden başka kim var?

• Onu görmeye tahammül edemeyeceğin için dünya senin yüzüne örttüğün bir perdedir. Bir örtiidür, bir örtüdür, bir örtüdür!

• Her an aşkın dilinden bize bir selam var, bir selam var, bir selam var!

• Gördüğün her şeyden, her zerreden dilsiz, dudaksız haber var, haber var, haber var!



187. Aşk ırmağına dalmışsın, gizli bir diken seni yaralıyor.

Mefa'îliin. Mefa'îlıln Mefa-îlün, Mefa'îltin,
(c.I, 347)

• Yaşayışın rahatı, huzuru o güzelle beraber bulunmadadır. Ondan ayrı düşersen, o güzel rahatı da, huzuru da alır götürür. Sen de rahattan ve huzurdan ayrı düşersin.

• Senin sevgin eteğimi tutmuş da bana diyor ki: "Benim bu sevgim, o sevgilinin sevgisinden; aslmda bu sevgi benim sevgim değil, gerçek sevgilinin sevgisidir." Sana bu sevgiyi lütfettiği için ona şükret!

• Yeni yeni ateşlere düşen, yanan yakılan benim, artık o eski dostlarla ne alış verîrişim var? Gönlüm de sevgilinin canı gibi kararsız bir halde feryat edip duruyor.

Hafız Şirazî hazretleri şöyle buyurur:

"Bilmiyorum benim bu hasta gönlümde kim var? Ben susuyorum. 0 feryat edip duruyor."

• Can aşktan kendisinin de yaralı olduğunu, gönlüne diken battığını bilmez de sevdiği halde seni hırpalar, yaralar, onu hoş gör! Çünkü o da bir aşk hastasıdır.

• Sen aşk ırmağına dalmışsm, orada bulunan, kendisini göstermeyen gizli bir diken seni yaralamaktadır.

• Sen o dikenden kaç, güle git, gül bahçesine git! Gül de, gül bahçesi de Tebrizli Şems'in gönlündedir. Çünkü Tebrizli Şems baştanbaşa bir bahardır.



188. Aslında kendinden, kendi varhğından haber veren de kendisi!

Mefulü, Mefa'îliin, Fe'dlün
 (c.I, 369)

• Haberiniz var mı? Sizin şehrinizde çok güzel bir dilber var! Akıl da onun yüzünden kararsız, gönül de!...

• Herkese kendi kabiliyetine göre ondan manevî bir nasib var. Her insan ondan ruhanî bir zevk duymada. Her bahçeye baharı gönderen 0, çiçekleri gülleri açtıran 0, bülbülleri terennüm ettiren O!

• O'nun yüzünden her tarafta bir feryat var! Rüzgar da onun yüzünden esip durmada, O'nun yüzünden her yolda bir toz bulutu yükseliyor.

• O'ndan her kulakta hoş sesler var! Müzik var, ney onun yüzünden inliyor, rebab onun yüzünden ağlıyor. Her gözde ondan, O'nun yarattıklanndan bir ibret var, hayranlık var, şaşkınlık var!

• Ey hayatlannı kazanmak için uğraşan, didinen insanlar! Biraz da ruhlarınızın ihtiyacı için didinin, uğraşın! Bizim burada büyük bir işimiz, büyük bir vazifemiz var! Yarattıklarına bakarak yaratıcıyı düşünelim, ötemize geçirerek onu gönlümüzde arayalım!

• Bir dost benim kimsesiz kalışıma acıdı da, gizlice kulağıma dedi ki: "Haberin yok mu? Burada gizlenmiş bir güzel sevgili var! O'nu arasana!"

 Mevlana: "Burada gizlenmiş birisi var. Kendini yalnız zannetme!" (Dîvdn-ı Kebîr, c. I, nr. 188) diye buyurmuştur.

• O'nun bu müjdesinden, bu haber verişinden anlaşılıyor ki burada benim gibi zayıf gönüllü bir aşık var!

• Aslında o kendisinden elçi olarak gelmiş; kendinden, kendisinin varlığından haber veren de kendisi. 0 padişahın adeti bu! Hem kendini göstermez, hem kendinden haber verir.



189. Bütün canlar senin sıfatlarına gark olmuşlardır.

Mefülü, Mefa'îliin, Fe'uliin
 (c.I, 368)

•  Şeker gibi tatlı sözlerinizden mi bahsedeyim; ab-ı hayat kaynağının hikayesine mi dalayım?

•  Tatlılığına, güzelliğine güvenme! Sızlanmadan, şikayet etmeden Halil gibi kendini aşk ateşine at, yan ki o dertlerden, belalardan seni kurtarsın!

• Aklın yüzlerce kadir gecesi gördü. Yüzlerce bayram gördü. Senin beratın aşk ile kesildi. Sen aşk ile yaşayacaksın.

• Bu hususta zatına yemin edemiyomm da, güzel, latîf gölgene yemin ediyorum.

• Diyorum ki, bütün canlar senin sıfatlarına gark olup gitmişlerdir, onlar senin zatına nasıl erişebilirler?

• Günahlarından arındırmak için seni ırmak gibi akıttı, secdelere kapandırdı.

• Seni imtihan etmek için, her cihetten bir bela verdi de; seni cihetsizlik yönüne çekmek istedi.

• "Susayım, artık konuşmayayım." dedin ama, susamadın, konuşmaya devam ettin. Senin bu haline aşk bile gülüyor.



190. Sevgilim, bana yüzünü göster ki, ben gül bahçesi seyretmek istiyorum!

Mefülü, Pa'ilat, Mefa'îlü, Fa'ilat
 (c.I, 441)

• Sevgili bana yüzünü göster ki, ben bağ görmek, gül bahçesi seyretmek istiyorum. Dudaklannı aç konuş, sözler söyle, ben bol bol şekerler, ballar istiyorum!

• Ey güzellik güneşi! Bir an için olsun bulut altından çık, görün! 0 parıl parıl parlayan, nürlar saçan yüzü görmek istiyom!

• Sen nazlandın da; "Beni bundan fazla üzme, incitme, bırak git!" dedin. 0;"Bundan fazla üzme, incitme!" demen yok mu; işte, o sözü istiyorum!

• "Git, padişah evde değil!" dedin, beni kovdun ya; ben kapıcının o nazını, o sert davranışını istiyorum.

• Herkeste onun güzelliğinden kırıntılar var. Fakat ben o güzellik madenini, o güzellik hazinesini istiyorom!

• Hz. Yakup misali vah yazıklar olsun, deyip duruyorum. Böylece ben Yüsuf-ı Ken'an'ımın güzel yüzünü istiyomm.

• Allah'a yemin ederim ki, şehir sensiz bana bir hapishane oluyor. Başıboş dağlara çıkmak, ovalara düşmek istiyorum!

• Canım Firavun'dan da usandı, onun zulmünden de... Artık ben îmran oğlu Müsa'nın yüzündeki nüru istiyorum!

• Dün, şeyh eline bir fener almış, şehrin etrafında dönüp duruyor; "Şeytandan, devden usandım, bıktım. Ben insan istiyorom, insan!" diyordu.

• Etrafta bulunanlar; "Biz de çok aradık, bulunmuyor!" dediler. Şeyh dedi kı: "0 bulunmuyor dediğiniz var ya, işte ben onu istiyorum!"

• Gözlerden gizli, fakat bütün gözler ve görüşler hep onun, hep 0 yaratmış, hep O'ndan meydana gelmiş. tşte ben o olan gizli san'atı müşahede etmek istiyorum!

•Zaten iş işten geçti. Her istekten, her tama'dan kurtuldum. Ben artık varlıktan, mekan aleminden ,dört unsurun ayak izlerini istiyomm! .

•Kulağım iman kıssasını duydu da mest oldu, kendinden geçti. îmanın güzel gözü nerede? Ben onu görmek istiyom.

•Rebab diyor ki: "Beklemekten öldüm, güzel rebab çalan Osman'ın elini kucağını, yayını istiyorum!"

•Ben de, bir aşk rebabıyım. Aşkım da rebabın rebabcıya duyduğu aşka bennziyor. Ben de Rabbinün lütuf yayını, ihsan mızrabını istiyorum.
 

Yorum Gönder

 
Top